2025 yılının sonuna yaklaşıyoruz. Takvimler bir yılı daha devirirken, geride kalan aylar bize yalnızca rakamları değil, derin bir gerçeği de gösteriyor: memurun, işçinin, emeklinin maaşı eridi. Hayat pahalandı, geçim zorlaştı, gelir-gider makası her zamankinden daha açıldı.
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (TÜRK-İŞ) geçtiğimiz cuma günü yayımladığı “Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması” bu gerçeği rakamlarla bir kez daha gözler önüne serdi. Ekim 2025 itibarıyla, dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 92 bin 547 TL’ye, açlık sınırı ise 28 bin 412 TL’ye yükseldi. Bu rakam, sıradan bir istatistik değil; Türkiye’de emeğiyle geçinen milyonların nasıl bir çıkmazda olduğunun somut göstergesi.
Yoksulluk Artıyor, Maaşlar Yerinde Sayıyor
2024 sonunda yapılan zamlar, 2025 ortasında eridi. Kağıt üzerinde maaşlar artmış görünse de, mutfakta, markette, pazarda, faturada bu artışın hiçbir karşılığı kalmadı. Enflasyon rakamları yüksek, gıda fiyatları tırmanıyor, kiralar uçmuş durumda. TÜRK-İŞ’in verilerine göre, yalnızca gıda harcamalarındaki yıllık artış yüzde 40’a yaklaştı. Aynı dönemde ortalama maaş artış oranı bunun yarısı kadar bile olmadı.
Bir başka ifadeyle, vatandaşın kazandığı para daha cebe girmeden değer kaybediyor. Ayın ilk haftasında maaş hesapta, üçüncü haftasında hesap sıfır. Son haftayı borçla, krediyle, avansla geçiren milyonlar var.
Memur, İşçi, Emekli Aynı Gemide
“Geçinemiyoruz” diyenlerin sayısı her kesimden.
* Memurlar, toplu sözleşmelerle belirlenen maaş zammının çoktan eridiğini söylüyor. Ortalama bir memur maaşı 40-50 bin TL aralığında. Yoksulluk sınırının yarısı bile değil.
* İşçiler, asgari ücretin artık bir “geçim ücreti” değil, “hayatta kalma ücreti” olduğunu dile getiriyor. 2025’in ikinci yarısında asgari ücret 23-24 bin TL seviyesinde kaldı. Yani bir ailenin sadece gıda harcamasını bile karşılamıyor.
* Emekliler ise çok daha zor durumda. Çoğu, 15-20 bin TL civarındaki maaşlarla yaşam savaşı veriyor. İlaç, kira, market derken ayın sonunu getirmek neredeyse imkânsız hale geldi.
Bu tablo, gelir dağılımındaki dengesizliğin artık sürdürülemez noktaya geldiğini açıkça gösteriyor. “Emeğin karşılığı alınsın” diyenlerin sesi yükseliyor, ama alınan kararlar bu sese karşılık veremiyor.
92 Bin Liranın Altında Yaşamak: İmkânsızın Gerçeği
TÜRK-İŞ’in açıkladığı 92 bin 547 TL’lik yoksulluk sınırı, dört kişilik bir ailenin “insanca yaşayabilmesi” için gereken minimum miktar. Bu rakam, yalnızca beslenmeyi değil, barınmayı, giyinmeyi, ulaşımı, eğitimi, sağlığı kapsıyor. Yani temel yaşam koşullarının toplam bedeli.
Bugün Türkiye’de kaç aile bu seviyede bir gelire sahip? Cevap ortada: Çok azı. Çoğunluk, bu sınırın yarısına bile yaklaşamıyor. İşte bu yüzden, artık “yoksulluk” kavramı istatistik olmaktan çıktı; hayatın gerçeği haline geldi.
Enflasyonla Değil, Gerçek Geçimle Ölçülmeli
Ekonomik karar vericiler sürekli “enflasyonla mücadele ediyoruz” diyor. Oysa mesele yalnızca enflasyon değil. Mesele, gelirlerin hayat pahalılığı karşısında erimesi.
Bir maaş artışı yapılırken, yalnızca TÜFE rakamlarına bakmak yetmiyor. Çünkü TÜFE, marketteki gerçek fiyat artışlarını yansıtmıyor. Ekmek, süt, et, peynir, sebze… Her biri kendi enflasyonunu yaşıyor. Halkın cebindeki gerçek erime, istatistiklerin gösterdiğinden çok daha derin.
Bu noktada yapılması gereken, ücret politikalarının yoksulluk sınırına endekslenmesi. Yani maaşlar sadece enflasyona göre değil, gerçek geçim maliyetine göre belirlenmeli. Aksi halde her zam dönemi, bir önceki yıla göre daha düşük alım gücü anlamına gelecek.
Emeğin Değeri ve Geleceğin Endişesi
Bir ülkede çalışan, üreten, emek veren insanlar geçinemiyorsa; ekonomik büyüme rakamlarının, ihracat başarılarının ya da bütçe fazlalarının bir anlamı kalmaz. Çünkü toplumun omurgasını oluşturan kesim, yani emeğiyle geçinen milyonlar, sistemin dışında kalırsa, o ekonomi sürdürülebilir olmaz.
Bugün emekli torununa harçlık veremiyor, işçi kirayı denkleştiremiyor, memur ay sonunu getiremiyor. Buna rağmen faturalar, vergiler, zorunlu harcamalar artıyor. Halk, “zam geldi ama cebime girmedi” cümlesini artık ironik değil, trajik biçimde söylüyor.
Bir Sonraki Yılın Umudu
2025 biterken geriye sorular kalıyor: 2026’da maaşlar gerçekten geçimi sağlayabilecek mi? Yoksulluk sınırı bu hızla yükselirse, orta gelirli diye bir kesim kalacak mı? Emekli, torununa değil, kendi hayatına yetebilecek mi?
Yanıt, ekonomik politikaların ne kadar “insan odaklı” olacağına bağlı. Eğer yeni yıl, yalnızca büyüme rakamlarını değil, insanca yaşamın gerekliliklerini de hedef alırsa; umut hâlâ var.
Ama aksi halde… 2026’da yine aynı yazıyı, sadece rakamları değiştirerek yazacağız:
“Maaşlar eridi, geçim daha da zorlaştı.”
92 bin 547 TL’lik yoksulluk sınırı sadece bir veri değil, bir çağrıdır. Emeğin değeri hatırlanmadan, gelir adaleti sağlanmadan, ne ekonomi güçlenir ne toplum huzur bulur. Çünkü açlık rakamla değil, sofrada hissedilir. Ve o sofralar, her geçen gün biraz daha boşalıyor.