Bazen bir sektörün dertlerini dinlerken, insan kendini Anadolu’nun ortasında, elinde değnekle tarlasına giden bir çiftçi gibi hissediyor. Şimdi okuduklarınızda, memleketin kırsalıyla, kentin sanayi kulvarının nasıl kesiştiğini, İstanbul Sanayi Odası’nın hayvancılık sektörüne dair hazırladığı kapsamlı raporun satır aralarında bulacaksınız. Çünkü mesele sadece sofrada bir parça et değil; bu toprakların nasıl üretip nasıl tükettiğiyle, geleceğe ne bırakıp ne bırakamayacağımızla doğrudan ilgili bir konu…
Önce raporun mutfağına bakalım: İSO’nun 5. Grup Hayvansal Gıda Ürünleri ve 9. Grup Endüstriyel Yemek Sanayi Komitesi üyeleriyle, sektörün ağır topları el ele vermiş, tam 30 ilde saha analizleri, yüz yüze üretici sohbetleri, sektörle istişareler ve dünyadaki hayvancılık trendlerine dair güncel yaklaşımlarla dev bir tablo çizilmiş. Sadece rakamlar yok, yaşanmışlık var, emek var, her cümlesinde yorgun bir çiftçinin alın teri var.
Raporun altında ciddi isimler var: İsmail Kemaloğlu, Bekir Yıldız, Prof. Dr. Armağan Hayırlı ve Prof. Dr. Hakan Sağırkaya’nın akademik ve pratik katkıları kadar, sektörde sahada olan Bahçıvan Gıda’dan Erdal Bahçıvan, Bonfilet Et’ten Hakan Akkoyun, Kaanlar Gıda’dan İsmail Kaan, Namet’ten Burak Sayar, Trakya Süt’ten Cevat Genç ve daha nice ismin ortak aklı buluşmuş. Kısacası, bu rapor ne masada yazılmış ne de raflarda unutulmaya aday; gerçekten “mutfağında” pişmiş.
Peki, ne anlatıyor bu rapor?
İçinden geçtiğimiz çağın kırsalının hikâyesi biraz hüzün, biraz da çetin gerçeklerle dolu.
Tarım alanlarının azalması, verimli ovaların yapılaşmaya açılması ya da çok yıllık bitkilere terk edilmesi, kırsaldaki nüfusun eriyip gitmesi, gençlerin köylerden şehirlere göçü, artan şehirleşme ve nihayetinde daha az üreticinin, daha çok tüketiciyi doyurmak zorunda kalması…
Buna bir de iklim değişikliği, suya erişim gibi sorunları, hatta küresel pazar baskısını ekleyin.
Sonuç ortada: Sektörün ayakta kalması her geçen yıl biraz daha zorlaşıyor!
Kırsal Hayvancılığın Gerçek Hikâyesi
Geçtiğimiz günlerde raporun tanıtımı için İstanbul Sanayi Odası’nda düzenlenen toplantıda, İSO Başkanı Erdal Bahçıvan’ın söyledikleri aslında her şeyi özetliyor:
“Çocukların ve gençlerin sağlıklı gelişimi için hayvansal protein şart!”
Evet, bu cümle aslında bir alarm zili. Çünkü hayvancılık yalnızca gıda teminiyle sınırlı bir alan değil. Aynı zamanda kırsalın ayakta kalmasını, biyolojik çeşitliliğin korunmasını, köylünün refahını ve ülkenin stratejik güvenliğini de doğrudan etkileyen bir sektör.
Bakın, sadece son 13 yılda, Türkiye canlı hayvan ve et ithalatına 10,6 milyar dolar döviz harcamış.
Yıllık ortalama ithalat ise 750 milyon dolar!
Şimdi soralım: Bu kadar kaynağı yurtdışına akıtırken, neden hâlâ kendi hikâyemizi, kendi modelimizi oluşturamıyoruz?
Yanıt açık: Çözüme ve değişime ihtiyaç var!
Bahçıvan diyor ki:
“Hayvancılığın ithalat bağımlılığını ortadan kaldıracak bir üretim modeliyle, bu ülke ihracat üssü olmaya aday.”
Sadece soframızda değil, dış ticaretimizde de bir numara olabilecek potansiyele sahibiz.
Ama bugünkü tabloyla değil!
Çünkü hâlâ kırsalı, üretimi, aile işletmelerini, mera ve arazi kapasitesini hakkıyla değerlendiremiyoruz.
Aile İşletmeleriyle Organize Hayvancılığa Doğru
İSO raporunda öne çıkan çözüm önerilerinden biri de “Organize Aile İşletmeciliği Hayvancılık Modeli”.
Şimdi, kulağa biraz nostaljik, biraz da ütopik gelebilir ama aslında tam olarak geleceğin modeli bu!
Çünkü hayvancılık dediğiniz şey, fabrika bandı gibi olmaz.
Yatırımcının şehre inip üç katlı çiftlik kurmasıyla da olmaz.
Hayvancılık bir yaşam tarzıdır, kırsalın ruhudur.
O yüzden, üreticinin köyde yaşayıp işinin başında olması, hayvanını ve arazisini bizzat gözetmesi şarttır.
Bakın, Türkiye’de et tüketimi hâlâ büyük ölçüde sığır eti üzerinden şekilleniyor.
Oysa, gelişmiş ülkelerle kıyasladığınızda, bu modelin sürdürülebilirliği yok!
Çünkü sığır etinde maliyet yüksek, mera kapasitesi ve ölçek sorunlu.
İşte tam da burada yeni bir dengeye, yani küçükbaş hayvan etinin ve hindi etinin payını artırmaya ihtiyaç var.
Rapor ne diyor?
Kırmızı et tüketiminde küçükbaş ve özellikle hindi etinin payı mutlaka artırılmalı.
Bu, yalnızca kampanyalarla değil, stratejik planlamayla olacak iş.
Uzun vadede, hindi etinin tüketim oranı artırılmalı; toplu yemek sektöründen ev sofralarına kadar bu dönüşüm desteklenmeli.
Şarküteri ürünlerinde de hâlâ büyükbaş et kullanımı baskın. Oysa küçükbaş ve hindi etiyle aynı ürünler, hatta çok daha sağlıklısı üretilebilir!
İşte böyle sevgili okurlar…
Hayvancılık meselesi sadece üretimden ibaret değil.
Ekonomisi, sosyal yapısı, cari açığı, hatta ülkenin güvenliğiyle doğrudan ilgili.
Şimdi tam zamanı:
Kırsalda güçlü aile işletmeleriyle, sürdürülebilir bir hayvancılık hikâyesi yazmanın eşiğindeyiz.
Ama bu, kağıt üzerinde kalırsa değil, sahada ve sofrada vücut bulursa anlamlı olacak.