Felaketlerle dolu bir yılı geride bıraktık. "Yeni yıl yeni umutlar" demek adetten... Ancak bu dileklerin gerçekleşmesi için, geçmişten ders almak geleceğe yönelik adımları da atmak gerek.  
Bunları da bilimin yol göstericiliği altında yapmak, büyük önem taşıyor. 
Ulu önderimiz Atatürk'ün vecizinde (Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir, fendir) gizli bu konuyu es geçmenin ne gibi sonuçlar doğurduğunu acı deneyimlerle öğrenmiş olduk.
Seveni sevmeyeni ile Türkiye'nin gözbebeği, çoğu kimsenin bir gün tası tarağı toplayıp yerleşmeyi düşlediği İzmir, bu yıl doğal afetlerden çok çekti. Yaşanan deprem felaketinin ardından, kuraklık derken, Mavişehir'i sel bastı.  Doğa ana adeta kendine hoyratca davranan kentlerden ve güzel İzmir'den intikam alıyordu.
Sosyoloji profesörü Ahmet Talimciler, köşesinde bu konuyu ele aldı.
... Son kırk yıl içerisinde kentlerimizde yaşanan kentsel plan değişikliklerinin bizleri nereye getirdiğini acı bir biçimde yeniden görmüş olduk.  Ne yazık ki kentlerimizin planlı, sağlıklı ve içinde bulunduğumuz deprem kuşağına hazırlıklı bir hale büründürmeyi beceremedik. 1950'li yıllarda başlayan köyden kente göç sürecinin yaratabileceği etkileri öngörecek araştırmaları ya hiç yaptırtmadık ya da yapılanları kulak arkası etmek suretiyle durumu idare etmeyi tercih ettik. Tabii bu arada başta sosyoloji olmak üzere sosyal bilimler alanının üvey evlat muamelesinden hiç kurtulamamış olmasını ve önemli çalışmalar yapan sosyal bilimcilerin yaptıklarının hep göz ardı edilmesi gerçeğini de bir kez daha vurgulamalıyım...

Ahmet Hoca yerden göğe kadar haklı. Bilim ışığında çözüm üretmek yerine kayıkçı kavgasına dönüşen bir yerel yönetim - merkezi idare çatışması yanlı medyanın körüklemesiyle yine gündemdeydi. Sel  iktidara mensup belediyelerin başına geldiyse; "Takdir-i ilahi"... Yok muhalefet kanadındaysa "ihmal var" ...
Oysa, İzmir depremi'nin ilk günlerindeki işbirliğine ve özellikle pandeminin bize dayattığı yeni yaşam biçiminin gereklerini karşılayacak sosyolojik kentsel verilerin ışığında, güvenli, rahat, rantsal değil sosyal kentleşmeye gereksinim var.  
Ödev kavga değil işbirliği:
Deprem fay hatları üzerindeki yerleşimlerin daha güvenli alanlara taşınması,
Konut ve kamu binalarının güçlendirilmesi,
Deprem ve diğer doğal afetlere karşı önlem ve ölçüm mekanizmalarının güçlendirilmesi,
Deprem öncesi okullarda afet güvenliği etkinliklerinin artırılması,
Deprem ve afetlere yönelik erken uyarı sistemlerinin kurulması... gibi olmazsa olmazlar bizleri bekliyor. 
Tabi deniz alanlarının yapılaşmaya kurban gittiği, özellikle pandemi sürecinde ailelerin ve bireylerin tecritli olarak hoşca vakit geçirebiliceği kente yakın doğal alanları korunması gereken İzmir'in aşırı yağış gerçeği ile yüzleşmesi de gerekiyor. 
Yıllardır yağmur sularının tahliyesine çözüm bulunamadı. Büyük Kanal projesinin en önemli eksiği olarak karşımızda duran bu  sorunsalın da devlet yerel idare işbirliği ile çözülmesi gerek. 
Giderek nüfus patlaması yaşayan ve "Manhattan ayağı" na pıtrak gibi hesapsız kitapsiz bitiveren gökdelenlerle, doymak bilmeyen yapısal ranta kurban edilen o sakin kent, şimdi bir keşmekeşin içinde sonunu bilemeden, geleceğini göremeden yuvarlanıp gidiyor. 
Trafik içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Ne okul yetiyor, ne hastane, böyle vahşi bir kentleşme sürerse yakın bir gelecekte içecek su dahi bulamayacağız.
Bir şey yapmalı. Bir yerden başlamalı.
Hadi öyleyse. İzmir'in birleştiriliciğilinde, ülke için, gelecek nesiller için...