KAMUSALLIĞI YENİDEN KURMAK: BİRLİKTE EYLEMENİN POLİTİKASI

Ortaklaşma, ortaklık gibi çağrışımları olan kamusallığı bugün düşündüğümüzde, çoğu zaman soyut bir birlik fikri akla gelir; oysa kamusallık somut bir yokluk olmuş durumda. Çünkü ortak alanlarımızın, ortak ritimlerimizin, hatta ortak meraklarımızın büyük kısmı çevrimiçi içeriklere, hızla tüketilen fragmanlara dönüştü.

Abone Ol

Kamusallık, günümüzde devlet politikalarının ve bürokratik dilin içine sıkışarak steril bir kavram haline geldi. Oysa kavramın anlamsal kökeni olan kolektif özneleşme, yani insanların birlikte yaşarken ve üretirken kurduğu yoğun ilişkisel ağ, kamusallığın gerçek içeriğini oluşturur. Bu nedenle kamusal olan, bir mekân değil; bir ilişki tarzını ifade eder.

Bugün “kamusal alan” ifadesinin itici gelmesinin sebebi, politik anlamını yitirmesi değil; soyut bir tarafsızlık alanı olarak sunulması. Sanki kamusallık, aynı masada konuşmayı başarabilmekmiş gibi anlatılıyor. Oysa o masada oturanların ortak dili yoktur; dahası eşit de değillerdir. Çünkü eşitsizlik üzerine kurulu bir toplumda konuşmanın zemini eşit olamaz.

Liberal kamusallık fikri, kamunun nasıl bölündüğünü değil, bölünmüşlüğün üstünü örter. Radikal bir ortaklık fikri ise ortak kimlikten, ortak tarihten ya da ortak duygulardan değil; müşterek bir eylemlilikten doğar. İnsanları bir araya getiren şey yalnızca maruz kaldıkları koşullar değil; birlikte değiştirebilecekleri şeylere yönelttikleri ortak iradedir. Yani kamusallığın gerçek zemini ortak acı değil, ortak eylem kapasitesidir.

Dayanışmayı bu bağlamda bir duygu ya da ahlaki erdem olarak değil, ortaklaşmanın maddi bir sonucu olarak görmek gerekir. Grevde yan yana duran işçileri bir araya getiren şey birbirlerini sevmeleri ya da herbirinin “iyi insanlar” olmaları değil; birinin (sınıfsal) çıkarının ötekine bağlı olmasıdır. Dayanışma, ahlaki değil; maddi ve siyasal bir bağdır. Emek süreçleri kolektifleştikçe dayanışma da görünür hale gelir.

Bugün kamusallığın dağılması, maddi bağların görünmez hale gelmesinin sonucudur. Her birey kendi yaşam stratejisine kapanmış durumda: Bireysel başarı, bireysel konfor, bireysel gelecek tasarısı… Thatcher’ın meşhur “toplum yoktur” hükmü, bugünün atomize birey modelini tarif eder. Birbirinden bağımsız ve ilişkisiz bir toplam olarak toplum. Bugün biraraya gelmemiz değil; birbirimize temas etmemiz, bağ kurmamız engelleniyor.

Bu nedenle kamusallığı yeniden kurmak, sadece biraraya gelmek değil; birlikte iş yapma kapasitesini yeniden örgütlemek anlamına geliyor. Kamusal olan, sözün, emeğin ve eylemin birbirine karışabildiği eşiklerde görünür olur: Bir sendika toplantısında, bir kooperatifin mutfağında, bir meydanda. Bir park ya da bir meydan ancak ortaklaşma pratiklerine izin verdiğinde kamusal hale gelir; mekân kamusallığı tanımlamaz, ilişkiler tanımlar.

Bu yüzden kamusal alanın koşulu ortak bir kimlik ya da ortak acı değil; bir mücadele hattıdır. Politika da kimlerin masaya oturacağını belirlemek değil; masanın kendisine müdahale edebilme imkânıdır. Sözün, emeğin, zamanın, doğanın nasıl paylaştırılacağı ya da paylaşılacağı değil, hepsi için bir ilişkisellik örmek, mücadele etmek kamusallığın temelidir.

Kamusallık bir etkinlik değil, bir emek örgütlenmesidir. Birlikte direnmek, birlikte üretmek, birbirinin sözünü kendi sözünün içine alabilmek; kısacası birlikte eyleme kapasitesi inşa etmek.

Sonuç olarak mesele bir masa etrafında oturup konuşmak değil; birlikte üretebilmek. Çünkü kamusallık birlikte düşünmenin değil, birlikte yapabilmenin adıdır. Ortaklaşma ise zihinsel bir uyumdan değil, maddi bir ilişki örgüsünden doğar.

Emek varsa dayanışma vardır. Dayanışma varsa kamusallık vardır. Kamusallık varsa ortak bir gelecek, artık bir hayal değil; örgütlenebilir bir pratik haline gelir.