JANE GOODALL’IN ARDINDAN…

Abone Ol

1 Ekim 2025’te Jane Goodall’u kaybettik. O, alanında öncü bir primatolog olmanın yanında her zaman şempanzelerin dostu olarak bilindi.

Bilim tarihi, insanın doğayı fethetme tarihi -ölçmek, adlandırmak, bilmek ve kontrol etmek- olarak anlatılır, oysa Jane Goodall’un hikayesi doğayı içerden kavramanın, doğayı dinlemenin hikayesiydi. Onda rasyonelliğin soğuk nesnelliğinden ziyade sabırla beklemenin ve duygudaşlık kurmanın sıcaklığı vardı. Dolayısıyla onun ölümünün ardından bize kalan yalnızca primatolojiye ilişkin çığır açıcı bilgiler değil, fakat aynı zamanda doğaya ve hayvana dair yeni bir paradigma, kavrayış biçimiydi.

Jane Goodall 1960’larda Gombe ormanında şempanzeleri gözlemlerken keşfettikleri şempanzelerden çok insanlara ve insanın ne olduğuna dairdi. Çünkü onun yaptığı gözlemler hayvanlarla insanlar arasına çizilen “biz” ve “onlar” sınırının muğlaklığını göstermiştir. İnsanı anlamanın hayvanlarla farklarının değil; ancak benzerliklerinin anlaşılması yoluyla olacağını vurgulamıştır. “Ancak şempanzelerle insanlar arasındaki benzerlikleri anlayarak aralarındaki farklar üzerine anlamlı biçimde düşünebiliriz” der Goodall. Bu çağrı bir bilimsel yöntem önermesinden ziyade felsefi bir iddiayı taşır: İnsanın dünyadaki ayrıcalıklı konumunun sorgulanması.

Modern bilimin hayvanı bir deney nesnesine, doğayı ise bir nesneler alanına indirgediği bir dönemde Goodall bilginin ve bilmenin başka bir imkânını gösterdi. Şempanzeler ve insanlar arasındaki ortaklıkları göstererek “empati”nin ötesinde bir ortaklık yöntemi kurdu. Goodall’un yaptığı şey, empatiyle anlamak değil, birlikte var olmaktı; “diğerine” dışarıdan bakan bir göz değil, onunla aynı dünyayı paylaşan bir bilinçti.
Goodall, kendinden önceki gözlemcilerden farklı olarak şempanzelere isim verdi -ki bu eylemi bilim dünyası tarafından hata olarak nitelendirildi. Oysa o, belki de bilimin en “insanca” eylemini gerçekleştirerek şempanzeleri gözlemlenen edilgen birer nesne, birer “şey” olmaktan çıkararak birer özne, “kim” haline getirmişti. O andan itibaren gözlemci ile gözlenen arasındaki ilişki bir bakma ilişkisinden tanıma ilişkisine dönüşmüş oldu. Böylece Goodall bir tanık olarak yalnızca şempanzelerin değil, fakat insanların hikayesini anlama olanağı buldu. Hayvanlar onun için araç değil, ilişkisel varlıklardı – ilişkilerin olduğu yerde de etik başlar. Yani Goodall bize doğaya karşı etik sorumluluğumuzu hatırlattı.

“Ardından” kelimesi bu noktada yeni bir anlam kazanır; çünkü Goodall’un ardından kalan yalnızca bir bilim mirası değil, aynı zamanda bir sorumluluk alanıdır. Goodall’un en büyük mirası doğayı “kurtarılması gereken bir nesne” olarak değil, “birlikte düşünülmesi gereken bir özne” olarak görmekti. Onun dediği gibi, “ona [şempanzeye] yaşama izni vermemiz, en azından evrimini sürdürme şansını tanımamız hepimizi ilgilendiren bir meseledir”. Bu cümlede hepimizin doğa karşısındaki sorumluluğuna vurgu mevcuttur, zira şempanzelerin hikayesinde doğanın ve insanın hikayesi gizlidir.
Orman yangınları, iklim krizleri, türlerin yok oluşu — bunların her biri, insanın doğa üzerindeki “gölgesinin” farklı biçimleri olarak ortaya çıkmaktadır. İnsan artık yalnızca kültürel değil, fakat jeolojik bir güç gibi yeryüzü üzerinde etkinlik göstermektedir. Jane Goodall’un çağrısı basitçe “doğaya dönelim” romantizmi değildir; aksine bunu aşar. O, doğaya dönmeyi değil, doğanın içinde bir varlık olarak doğayla birlikte düşünmeyi önerir. Türler arasındaki ortak kaderi -yaşamın ortaklığını- fark etmemizi sağlar.
Doğayı kurtarmak için değil, onunla birlikte yeniden üretmek için düşünmeliyiz. Bu hem ekolojik hem etik bir görevdir. Çünkü doğanın tahribatı yalnızca ormanların yanması değil, toplumsal ilişkilerin de çürümesidir. Doğayı korumak, aynı zamanda yaşamı yeniden kurmaktır — doğayı sömürülecek bir hammadde olarak değil, insanlığın ortak yurdu olarak kurmaktır. Goodall’un ardından bize düşen, doğayı duygusal bir nostalji nesnesi olarak değil, toplumsal bir ilişki olarak görmek; ormanda kaybolmuş bir masumiyeti değil, birlikte kurulacak bir adaleti aramaktır.
İnsanın gölgesi ancak ortak bir mücadeleyle hafifleyebilir.
Ve belki de o zaman, Jane Goodall’un ardından değil, onunla birlikte —emekle, doğayla, tüm canlılarla yan yana— konuşabiliriz.

Jane Goodall, In the Shadow of Man, W&N (Türkçesi: İnsanın Gölgesinde, çev. Tuğçe Ezgi Yüksel, Beyaz Baykuş Yayınları)