İstiyorum ki bir çiftçi örgütü ‘’ İzmir’e Tütün Müzesi İstiyoruz. ‘’ desin.
Tarihçi biri Karşıyaka’ya ‘ Mübadele Müzesi ‘ istesin. Bir tarım yazarı/ ziraat fakültesi hocası ‘ Balıkçılık Müzesi’ önerisinde bulunsun.
Arkeolog/ Müzikolog ya da antropolog biri ortaya çıkıp ‘ Eski Meslekler Müzesi’, ‘ Kalem Müzesi’, ‘ Müzik Aletleri Müzesi’, veyahut ‘ Kilim- Halı Müzesi ‘ isteğinde bulunsun.
Yerel seçimler öncesinde Karşıyaka ve Bergama Belediye Başkanları, kentlerine güya ‘ Kent Müzesi’ kuracaklardı. N’oldu sahi?
Yıldız Ünsal Başkan bana bir yemekte söz vermişti bu müze için…
Unutkanlık mı, ihmal mi yoksa gündemden mi düştü bu vaat?
*
‘ Şairler Yurdu İran ’ da; hat, minyatür, müzik, resim, heykel, mimari, sinema sanatlarının çok geliştiğini gezginler bilir. Müzecilik ve kütüphanecilik konusunda da erişilmez bir üstünlükleri olan İran’da girip çıktığım her kütüphanede çok sayıda mollanın kitap okuduğuna tanık olmuştum. Tebriz’de, İsfahan’da, Tahran’da, Horasan’da, Erdebil’de…
Kütüphanelere üyelik konusunda İranlıların bize çok fark attığını istatistiklerden öğrenebilirsiniz.
Birbirlerine çok saygılı olduklarını bu ülkeye giden her gazeteci ve televizyoncu hem söyler hem de yazar. Konukseverlikleri ise dillere destan!
Şaka bir yana toplam bir ay yaşamışlığım var bu güzel ülkede. İçtiğim ucuz muzlu sütlerin, domateslerin ve kuvvet macunu türünden tatlıların ve çerezlerin tadını hiç unutamıyorum.
Dikkatimi çeken bir ayrıntı da erkeklerin çok bakımlı, kadınların da çok güzel olduğu gerçeğiydi. Vitrinlerdeki giysilerin modernliğinden öyle etkilenmiştim ki Isfahan’da kendime çok şık bir gömlek almıştım.
Gençlerinde hiç züppeliğe tanık olmadım dersem bu abartı olmaz. Her daim ciddiler ve bizdeki gibi top düşkünü değiller.
Tıp, öyle gelişmiş ki Tebriz’de plastik cerrahi üstüne uzmanlık eğitimi almaya gelmiş hekimlerin varlığına tanık oluyorsunuz.
Rahatlıkla şunu söyleyebilirim, bizdeki gibi kayış gibi kabuğu olan domates ve her halinden hormonlu olduğu belli biberler yok burada. Organik meyve ve sebze diyarı burası.
Dilenci arama bu topraklarda. Tebriz’de bunu öğrendiğimde şaşırmıştım. Bir tek bile dilenci görmedim. Ama ülkenin dört bir köşesinde aşkla şiir okuyan emekli, genç, memur, işçi ve öğrencilere rastladım. Hafız, Sadi, Firdevsi, Nizami ve Ömer Hayyam bu toprakların çocukları. Öyle çok seviliyorlar ki heykelleri kanıtlıyor bunu.
Horasan’da gördüğüm ‘ Eski Meslekler Müzesi’ ise beni en çok etkileyenlerden… Halbuki hiç zorluğu yok bu müzeyi hayata geçirmenin… Bizde müzeci ya da antropolog mu yok?
İranlı çok okuyor. Kitabevlerinde görüyorsunuz bunu. Marks, Lenin, Mao, Atatürk, Orhan Kemal, Orhan Pamuk vitrinlerde boy gösteriyor. Birine sordum, ‘’ Bizde kitaplar azattır.’’ dedi.
Bizde kitapların yasaklandığı dönemler/ kitabın suç aleti olarak televizyonlarda silahla yan yana getirildiği günler gözümün önüne geliverdi de nasıl da utandım.
Kitabevleri, bizim Kemeraltı’ndaki kitabevleri gibi de değil. Devasa!
Mavişehir ve Bostanlı’da çok sayıda İranlı yaşıyor. Her birinin çok şık giyimli ve kültürlü olduğunu söylersem hiç de mahcup olmam. Çünkü onlarla dostluğum var. Geçtiğimiz yıl kent konseyinde ağırlamıştık onları. Şiirlerini dinlemiş, yemeklerini yemiştik. Yaptıkları müziğe de hayran kalmıştık.
Bir başka ayrıntı…
Yolunuz düştüğünde ezan okunurken pür dikkat müezzine kulak verin. Huşu içinde dinliyorsunuz ezanı. Avaz avaz bağırmıyor, sizi büyülercesine okuyor çünkü. Nedenini sordum Erdebil’deki mollaya: ‘’ Çevrede hasta vardır. Yaşlı vardır. Bebe vardır.’’ demişti.
Mollaların iktidarı var orada ama debdebeli yaşamdan uzaklar… Çok lüks otomobiller içinde fink atan iki kilo sakallı tarikatçı mollalara rastlamadım hiç. O bizlere özgü!
*
Biz, 128 ülkeden gıda ürünleri alıyoruz. Oysa tarım ülkesiyiz. Neden ola ki?
Bizde cin çıkarma işine hep erkek hocalar bakıyor. Nedense cinler de hep Müslüman kadınlara giriyor. Neden acaba?
Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu/ Gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu, denir durur.
Var mı bizde öyle bir ilahi adalet?
Kanıtlanmış suçu olmayan belediye başkanları ne diye görevden alınırlar, cezaevlerine gönderilirler, anlayan var mı?
Lüks düşkünlüğünde bize benzeyen bir başka ülke var mı acaba şu gezegende? Lakin, Ahmet Şara denilen kravatlı molla da bizimkilerin izini sürüyor olmalı. Baksanıza kolundaki Patek Phılıppe saat 70 bin dolarmış.
Bizde biri tutuklanıyor, haydi adını da verelim: Mehmet Cemil Acar. Kim mi?
Devlet Hava Meydanları İşletmesi Eski İşletme Dairesi Başkanı.
Bu beyefendinin evinde 26 külçe altın yakalandı. Yüksek miktarda da döviz!
Çok alınteri dökmüş olmalı bu serveti edinmek için…
Mi acaba?
Binali Yıldırım’ın da Hollanda’da 19 şirket,8 gemi,7 emlak, Malta’da 140 milyon dolarlık 4 şirket ve 3 gemisi olduğu yazıldı çizildi.
Cumhurbaşkanı Yardımcısının 50 milyon dolar rüşvet aldığı söylendi/ yazıldı. Cumhurbaşkanından ses yok!
Papa Francis öldü ya… Geriye sadece 100 dolarlık serveti kalmış.
Bu durumu Cüppeli Ahmet denen molla ile Menzil Şeyhi nasıl yorumlar dersiniz?
Servet deyince bizim bazı şarkıcılar geldi aklıma.
Rahmetli Ferdi Tayfur ölünce 5 çocuğuna ayrı ayrı 600 milyon lira miras kalmış. Ağlak sesli arabeskçinin öyle çok hayranı vardı ki bu servette hiç gayri meşruluk aramıyorum doğrusu. 3 milyar liralık bir servet sahibi olarak ölmüştü Sayın Tayfur.
Seda Sayan’a gelince… İstanbul’da 30 daire ve dükkan. Bodrum’da 3 villa. Londra ve Miami’de evler… Aylık kira geliri 500 bin liraymış.
Emrah’ın çoğu İstanbul’da olmak üzere 330 dairesi varmış.
Hiç serveti olanlarla çok serveti olanların bir arada yaşadığı bir ülkeyiz.
Üzülelim mi sevinelim mi?
Öte yanda, Ankara Atatürk Lisesi Müdür Yardımcısı Hüseyin Çinkaya adındaki sayın eğitimci de okulda elinde tüfekle poz veriyor. Bu cesareti nereden alıyor acaba? Okulda silahlı adamın ne işi var diye savcılık umarız bir çift soru sormuştur.
Okumuşsunuzdur mutlaka… Mersin’de görevli bir polis memurunun Tarsus ilçesinde eşini boğarak, Adana’da ise kayınvalidesi ve kayınbabasını boğazlarını keserek, baldızını kalbinden bıçaklayarak, kayınbiraderini ise kırsal bir alana götürüp öldürdüğü ortaya çıktı.
Yıllardır zorunlu din derslerinin okutulduğu bir ülkede böylesi vahşi insanlar nasıl yetişir gel de anla!
Japonya, Singapur, Danimarka, İsveç ve benzeri ülkeler geliyor gözümün önüne ve de Mehmet Aslantuğ’un kulaklarımda çınlayan şu sözleri: ‘’ Ahlakın tavan yaptığı ülkelerde din yok. Dinin tavan yaptığı ülkelerde ahlak yok! ‘’
Bizde olup bitenlerin Yunanistan, İsviçre, Portekiz, İrlanda, İngiltere’de yaşandığına dair hiçbir emare yok. Nedeni çok açık. Ezan- bayrak- namaz- niyaz sömürüsü yok çünkü! Oralarda din, din olarak yaşanıyor. Siyasallaşmış dine geçit verilmiyor.
‘’ Kiliseye paratoner takıldığında din ile bilim arasındaki tartışma sona ermiştir.’’
Batı’da sorun bu şekilde çözüldü.
Ya bizde?
*
İran, bir İslam Cumhuriyeti. Türkiye Cumhuriyeti ise; laik, demokratik, çağdaş bir hukuk devleti.
Her iki ülke de İslam ülkesi. İran, şeriatla yönetiliyor. Türkiye, şeriat özlemcilerinin yönetiminde olduğu bir ülke.
Birinde; tıp, mimarlık, güzel sanatlar çok gelişmiş durumda. İranlı, Amerikan emperyalizmine geçit vermiyor. Her nesnenin neredeyse müzesini kurmuş bir topluma sahip.
Aynı dine inanan iki toplum arasında bu kadar farklılık olur mu hiç diyesim geliyor.
Sahi… nedir bu farklılığın nedeni? Düşünmekte yarar yok mu? Neden saldırıyorlar bu ülkeye?