HOŞGÖRÜMÜZ NEREYE GİTTİ?

Bu hafta sizlerle paylaşmak istediğim bir konu var. Birbirimize tahammülümüzün kalmaması. Sanki toplum olarak mutlu olmayı unuttuk, konuşmayı yalnızca kavga etmek zanneder olduk. Düşüncelerimizi savunmak artık nezaketle değil, öfkeyle; ikna etmek yerine ispat savaşlarıyla yapılıyor.

Abone Ol

Otobüse binersiniz, küçük bir sebepten insanlar birbirine girer. Başörtüsü taktığı için, şort giydiği için, hatta sadece camı açmak istediği için hakarete uğrayan kadınları görüyoruz. Hatta bazen hemcinsinden bile şiddet görebiliyor. Daha da acısı, hayvanların bile insanların öfkesinden nasibini alması… Su kaplarını, yemek kaplarını tekmeleyen bir toplum olduk.

Oysa ben küçük yaşta şunu öğrenmiştim: İnsanları yargılamadan, sevdikleriyle, düşünceleriyle, olduğu gibi kabul edebilmek gerek. On yaşlarındayken tanıdığım iki adam bana bunu öğretti. Birisi koyu Fenerbahçeli, diğeri koyu Galatasaraylıydı. Biri Atatürkçü, diğeri Osmanlıcıydı. Hayatta ortak noktaları neredeyse hiç yoktu. Ama onlar yıllarca en güzel dostluğu kurdular.

Nasıl mı?
Birbirlerine söz verdiler. “Ben senin görüşlerine saygı duyayım, sen de benimkine. Konuşalım, tartışalım, ama birbirimizi incitmeyelim” diyerek… Ve öyle de oldu. Her hafta sonu sofralar kuruldu, fikirler paylaşıldı, ama en önemlisi dostluk hiç bozulmadı.

Bugün dönüp bakıyorum da; biz bu inceliği, bu sabrı nerede kaybettik? Niçin birbirimizi anlamaya çalışmak yerine öfkemizi dışarıya savuruyoruz? Niçin farklılıkları zenginlik olarak göreceğimize, kavga sebebi yapıyoruz?

Hayat koca bir mücadele olabilir, ama bu mücadelenin adı kavga olmamalı. Belki de yeniden öğrenmemiz gereken tek şey, en basit insanlık değeri: saygı...