BİR PAZAR YAZISI

Hayat çok hızlı akan bir süreç, hele yaş ilerleyip de amaçlar azalınca bu süreç daha da hızlı akıyor. Günleri, yılları kovalamaya nefes yetmiyor.

Pes ediyorsun bazen, zamanın akışına yeniliyorsun. Akla gelen tek soru, “Bir kez gelme şansına sahip olduğum hayatımı doyasıya  yaşadım mı'”

Bu sorunun sarmalında pişmanlıklar da var, tadını çıkarma keyfi de...

O yüzden sık sık ‘Yaa sevgili dostum, zaman ne çabuk geçiyor, sanki daha dün gibi” dememiz ondan...

Eskiden, yani teknoloji bu kadar gelişmeden, bu duyguyu biraz yavaşlatmak, hatta unutmak yeni amaçlara tutunmak olasıydı ancak sosyal medya çıktı çıkalı, artık 'derinlemesine" vuruyor.

Çünkü, yaşanmışlıklar tokat atıp geçiyor yüreklere...

Düşünün bir kez; Facebook, ikide bir “Bu fotoğrafı iki yıl önce paylaşmıştın, arkadaşlarına yeniden yolla” diyerek dürtmüyor mu zihinleri...

İşte o zaman takke düşüp kel görünüyor.

Yaşlar ortaya çıkıyor,  fotoğrafa bakınca daha geçen kaybettiğin yakın dostun gözünün önüne geliyor, anılar depreşiyor, iki damla gözyaşı süzülüyor.

Son dönemde pandeminın tutsak ettiği yüreklerdeki mutsuz bakışın nedeni biraz da bu...

Çünkü zaman çok acımasız...

Oysa, kalan günlerimizi hatırlamak lazım, belki 10 dakika, belki 30 sene... Özellikle yaş 60'ı geçince...

Bu konuda ‘hayatımıza rehber olacak’ bir yazı  kaleme alınmış...

Mario Raul de Morais Andrade (1893-1945) adında Brezilyalı şair ve romancı kaleme almış  “Olgunluğun Kıymetli Zamanı” kitabında, ileri yaşların nasıl daha değerli olduğunu ve hayata nasıl bakılması gerektiğini çok güzel cümlelerle vurguluyor...

Şimdi bu tatil gününde tüm düşüncelerinizden arınıp bu satırlara dikkat kesilin bence...

*  *  *

“Olgunluk dönemimde, kalan yıllarımı saydım ve yaşadığımdan çok daha az zamanım kaldığını keşfettim.

Bir şekerleme paketi kazanmış küçük bir çocuk gibi yılları büyük bir zevkle ve iştahla yedim ama azalmaya başladıklarını hissedince artık teker teker tadını çıkararak yiyorum.

Artık yasaların ve yönetmeliklerin tartışılıp durduğu ve hiçbir işe yaramayacağını bildiğim sonsuz toplantılara ayıracak zamanım yok.

Takvim yaşlarına rağmen hâlâ büyümeyen aptal insanlara destek olmak için de zamanım yok.

Vasatlıkla uğraşmak için de zaman ayıramam.

Şişmiş egoların bulunduğu toplantılara katılmayı hiç istemiyorum.

Artık dalaverecilere ve çıkarcılara tahammül etmiyorum.

Başarılı olmuş insanların yerine geçmeye can atan şu kıskanç insanlara hiç tahammülüm kalmadı.

Üst düzey bir makam için yapılan kavgaların çirkin sonuçlarına tanık olmaktan nefret ediyorum.

İnsanlar içeriğe değil, sadece başlıklara bakar oldular.

Benim zamanım ise, başlıklarla uğraşmayacak kadar değerli artık.

Öz'ü istiyorum, ruhumun acelesi var. Pakette şimdi daha da az şeker kaldı.

İnsan onurunu ve gerçekleri savunan, sorumluluktan kaçmayan, başarılarından dolayı şişinmeyen, kendi yanlışlarına gülebilen, vaktinden önce "oldum" demeyen, insan olmayı anlamış insanlarla yaşamak istiyorum.

Asıl olan, yaşamı değerli kılmış eylemlerinizdir.

Yaşamın sert darbelerinden yumuşak bir ruh ile çıkmayı başarabilmiş ve başkalarının yüreğine dokunabilen insanlarla olmak istiyorum.

Evet, olgunluğun bana getireceği o doluluğu hissetmek için acelem var.

Elimde kalan tek bir şekerlemeyi bile yitirmek istemem.

Amacım, sevdiklerim ve vicdanımla barış içinde ve huzurla dolu olmaktır.

Umarım sizin için de aynısı olur, çünkü her şekilde yaşlanacaksınız.

İki tane hayatımız var ve ikincisi, sadece bir tane hayatımız olduğunu anladığımızda başlıyor.”

***

Sözün özü dostlarım, hayatın tadını çıkarmanın tam da zamanı... Politik gerilimleri, sen-ben kavgasını, ekonomik sorunları, borçları, terk etmiş sevgiliyi, geri dönülmez pişmanlıkları ve daha birçok dünyevi sorunu bir kenarıa bırakıp kendinizi yaşayın.

Hayat buna değer.