Bu veri yalnızca bireysel bir sorun olmanın çok ötesinde; ülkenin toplumsal ve ekonomik geleceğinin ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Durumu daha da vahim kılan ise her üç gençten birinin üretim alanlarının tamamen dışında kalması.
Bu tablo, sosyal ve ekonomik yapımıza yönelik ciddi uyarılar içeriyor ve aynı zamanda tehlike sinyalleri veriyor. Artık şu kritik soruları sormanın zamanı geldi: Bu gençleri bu noktaya hangi sistemler getirdi ve onları toplumla yeniden buluşturmak için nasıl bir yöntem izliyoruz?
Bu konuda bilimsel çalışmalar yürütülüyor mu? Neden bu konuyu daha fazla sorgulamıyoruz? Gençlerin yaş döneminin ergenlik sürecine denk gelmesi de ayrı bir boyut ekliyor. Çünkü bu dönem, bireyin kimlik arayışının en yoğun yaşandığı aşamalardan biri. Gençler kendilerine “Ben kimim?”, “Nereye aitim?” ve “Hayatımdan ne bekliyorum?” gibi temel soruları sorar ve cevabını bulmaya çalışır.
İşte bu süreçte, ailelerin destekleyici ve anlayışlı bir tutum sergilemesi, sağlıklı bir kimlik inşası açısından hayati önem taşıyor. Ancak yalnızca ailelerin bireysel çabaları yeterli değil. Toplum ve devletin sunduğu fırsatlar da gençlerimizin hayatlarını şekillendiren kritik faktörlerden biridir.
TÜİK verileri ise meselenin ciddiyetini net bir şekilde gözler önüne seriyor. Ülkede 14-34 yaş aralığında bulunan toplam 9 milyon 148 bin gencin ortaokul sonrası eğitimini tamamlamamış olması büyük bir problem olarak karşımıza çıkıyor.
Bu durum, eğitim sistemindeki yetersizlikleri, istihdam alanındaki eksiklikleri ve sosyal politikalardaki başarısızlıkları tüm açıklığıyla ortaya koyuyor.
Sorunları çözmek yerine genellikle “Gençler ne okuyorlar ne çalışıyorlar, evde oturuyorlar” gibi yargılayıcı söylemlerle meseleyi daha karmaşık hale getiriyoruz. Bu tür ifadeler, sadece gençlere haksız eleştiriler yöneltmekle kalmıyor; aynı zamanda çözüm üretmekten uzak bir yaklaşımı besliyor ve problemleri daha da derinleştiriyor.
Hem işsizlikle mücadele eden hem iş dünyasında eşitsizliklerin yükünü taşıyan gençler için her geçen gün şartlar daha zor hale geliyor. Eğitimli bireyler bile vasıfsız işlerde kabul görmüyor; bu da geleceğe dair umut beslemeyi neredeyse imkânsız hale getiriyor. Çalışma şansı yakalayan azınlık ise düşük maaşlar, güvencesiz çalışma koşulları ve emeklerinin karşılığını alamama gibi problemlerle yüzleşmek zorunda kalıyor.
Bu sebepler, iyi eğitim almış ve yetkin gençleri yurtdışına yönlendirirken, ülkeyi yönetenlerin "Giderlerse gitsinler" söylemi çözüm üretme noktasında ciddi bir kayıtsızlık sergiliyor.
Genç kuşak, önceki dönemlerdeki refah dönemlerini hiç deneyimleyememiş olmanın hayal kırıklığıyla mücadele ediyor. Bir ev ya da araba sahibi olabilmek ya da basit sosyal etkinliklere katılabilmek onlar için neredeyse erişilmez hedeflere dönüşmüş durumda.
Bu noktada haklı bir soru öne çıkıyor: Gençlere nasıl bir gelecek vaat ediyoruz? Onları yalnızca eleştirmek değil; bu köklü sorunları cesaretle kabullenip kapsamlı çözüm yollarını ortaya koyma zamanı geldi mi? Eğer ülkemizin geleceğini kaybetmek istemiyorsak, zaman kaybetmeden sistematik ve somut adımlar atmak zorundayız.
Gençlerimizin enerjisini ve yeteneklerini harcamak yerine onlara umut dolu bir gelecek sunmanın yollarını aramamız gerekiyor.