CUMHURİYETİN İLAN TARİHİ: NEDEN 29 EKİM?

29 Ekim 1923, Türk milleti için sıradan bir tarih değildir. Tam aksine, bu tarih milli onurun bir zafer nişanesi olarak seçilmiştir. Bunu anlamak için birkaç yıl geriye gitmemiz gerekiyor. 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri ile Mondros Mütarekesi’ni imzalayarak I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış ve fiilen teslim olmuştur. Bu ateşkes anlaşması, Osmanlı’yı fiilen bitiren, vatanın parçalanmasını ve işgalini başlatan bir çöküş belgesi olmuştur.

Abone Ol

İstanbul’daki saray ve dönemin hükümeti, bu ağır şartları kabullenmiş; devlet yönetimi adeta düşmanların vesayetine girmiştir. Millet, tarihinde eşi görülmemiş bir esaret dönemine sürüklenirken saray bu duruma razı görünmekteydi. Ancak Türk milletinin bağrından çıkan bir lider, Mustafa Kemal Paşa, bu durumu kabullenmeyi reddedecekti.

Mustafa Kemal Paşa, Mondros sonrasında ülkenin içine düştüğü bu teslimiyeti içine sindiremedi. “Ben bunu kabul edemezdim,” diyerek vatanın makûs talihini değiştirme sorumluluğunu üzerinde hissetti. Dünyanın dört bir yanından kuşatılmış ve yapayalnız kalmış olsak da, O ve ideallerine inanan bir avuç vatansever, milletimizin yeniden doğuş mücadelesini başlattı. Nitekim 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak milli mücadeleyi fiilen başlatan Mustafa Kemal, bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek isteyenlere karşı harekete geçtiğini ifade etmiştir. Anadolu’nun her köşesinde direniş örgütlenirken, Atatürk’ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı verildi. Bu mücadele, vatanın parçalanmasına karşı topyekûn bir halk direnişiyle sürdü ve tüm güçlüklere rağmen zaferle taçlandı.

Sonunda, vatanımızı işgalden kurtaran zafer 9 Eylül 1922’de İzmir’in düşman işgalinden geri alınmasıyla kesinleşti. 30 Ekim 1918’den 9 Eylül 1922’ye kadar geçen süre yaklaşık dört yıl sürmüştü. Dört yıl gibi kısa bir zaman diliminde, parçalanmak istenen bir imparatorluğun küllerinden yeni bir bağımsız devlet doğdu. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğindeki bu mazlum millet, kendi makûs talihini yenerek hak ettiği özgürlüğe ve onura kavuştu. Bu başarının büyüklüğünü Atatürk yıllar sonra şu sözlerle vurgulayacaktı: “Beş yıla sığdırdığımız büyük inkılâp, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş hangi milletin tarihinde vardır?” diyerek, bu destansı dönüşümün emsalsizliğine dikkat çekti. Gerçekten de dünyada çok az millet, böylesine ağır şartlar altında bu denli kısa sürede tam bir istiklal ve inkılap gerçekleştirebilmiştir.

Büyük Zafer’in ardından, 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalanmış ve yeni Türk devletinin bağımsızlığı tüm dünyaca tanınmıştır. Sırada, bu yeni devletin yönetim şeklini dünyaya ilan etmek vardı. Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilanı için en doğru günü bekliyordu. Zaferden sonraki bir yıl boyunca genç Türkiye önemli inkılaplara hazırlanırken, Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyet yönetimine geçiş kararını 28 Ekim 1923 akşamı yakın arkadaşlarına açıkladı: “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz.” Böylece 29 Ekim 1923 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyet yönetimini ilan ederek Türkiye Cumhuriyeti’ni doğurdu. Peki Atatürk, Cumhuriyetin ilanı için neden özellikle 29 Ekim tarihini seçmişti? Bu kararın ardında yatan sebebi, Cumhuriyet’in ilanından iki yıl sonra, Ekim 1925’te Çankaya’da misafiri olan Fahrettin Altay Paşa’ya samimi bir şekilde açıklamıştır.

Fahrettin Altay Paşa, o güne dek herkesin merak ettiği soruyu Atatürk’e sormuştur: “Paşam, Cumhuriyetimizin ilanının 29 Ekim gecesine denk gelmesi acaba bir tesadüf müydü? Üç gün evvel, beş gün sonra da olabilirdi.” Atatürk bu soru karşısında geriye dönüp milli mücadele yıllarını ve milletin çektiği acıları hatırlamış, cevabına Mondros günlerinden başlamıştır. Mondros Mütarekesi 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı; o sırada vatan parçalanmış, millet esaret altına girmişti. Atatürk, Altay Paşa’ya Mondros sonrası dönemde hissettiği tarifsiz ıstırabı hatırlattı: “Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası çektiğim azabı bilirsin, yanımdaydın,” diyerek o karanlık günlerin kendi yüreğindeki acısını dile getirdi. Gerçekten de Altay Paşa, Atatürk’ün Mondros sonrası yaşadığı öfke ve üzüntülere yakından tanık olmuş bir silah arkadaşıydı.

Mustafa Kemal Paşa bu tarihi sohbette, Cumhuriyet’in ilan tarihinin asla bir rastlantı olmadığını belirtti. Mondros Ateşkesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918’den, İzmir’in kurtuluş tarihi 9 Eylül 1922’ye kadar dört yıl geçmişti. Eğer Cumhuriyet 30 Ekim 1923’te ilan edilseydi, milletin esaret altında kaldığı süre tam beş yıla tamamlanmış olacaktı. Atatürk işte bunu istemedi. Türk milletinin “5 yıl esaret altında kaldı” denmesini kabullenemedi. Bu nedenle Cumhuriyet’in ilanını bir gün öne çekerek, yani 30 Ekim’e varmadan 29 Ekim’de ilan ederek tarihe anlamlı bir not düştü. Kendi ifadesiyle, Türk milletinin çektiği acılar tam “4 yıl 364 günle” sınırlandırıldı, beşinci yıla girmedi. Böylece, esaret dolu yılların “5 yıl” olarak anılmasına engel olundu. 29 Ekim 1923, milletimizin esaretten kurtulduğu ve özgürlüğüne kavuştuğu gün olarak özellikle seçildi. Atatürk bu tercihle, Mondros’la başlayan teslimiyet dönemini zihninde ve tarihte symbolik olarak dört yılla sınırlamış, beşinci yılı ona nasip etmemiştir.

Atatürk’ün Altay Paşa’ya yaptığı açıklama, bu tarihin ne kadar bilinçli bir tercih olduğunu bütün açıklığıyla ortaya koyar. “Mondros 30 Ekim’dir, Cumhuriyet 29 Ekim... İşte bu da mazlum bir milletin ahıdır,” diyerek 29 Ekim’in anlamını özetlemiştir. Ulu Önder, milletinin 5 yıl boyunca esaret altında kaldığını söylememek için adeta tarihle bir gün farkla hesaplaşmıştır. Bu bir günlük farkı, Atatürk “mazlum bir milletin ahı” olarak nitelendirmiş, yani zulme uğramış bir halkın yüreğinden kopan bir ah, bir hesap günü olarak görmüştür. Ardından masaya elini vurarak daha da çarpıcı bir ifade kullanmıştır:

Atatürk’ün bu sözleri, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilan edilişinin ardındaki derin manayı çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Öc kelimesi burada intikam manasında kullanılmıştır. Yani 29 Ekim, tarihten silinmek istenen Türk milletinin bir anlamda intikamını aldığı gündür. Millî onurumuza kastedenlere karşı, bağımsızlığımızı ilan ederek verilen tarihi bir cevaptır.

Cumhuriyet’in 29 Ekim’de ilan edilmesi, sadece iç politik bir tercih değil, aynı zamanda tüm dünyaya verilmiş güçlü bir mesajdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, mazlum ama galip çıkmış bir milletin lideri olarak, o dönemin emperyalist güçlerine adeta şu mesajı iletmiştir: *“Ben 30 Ekim’i tanımıyorum; sizden bir gün öndeyim, siz 29 Ekim’i tanıyacaksınız!”*. Bu söz, Atatürk’ün batılı devletlere karşı duyurduğu özgüvenin ve meydan okumanın ifadesidir. Yani, Türk milleti kendi makûs talihini tersine çevirmiş ve düşmanın dayattığı takvimi kabul etmediğini tüm dünyaya ilan etmiştir. 29 Ekim, bu yönüyle zamanın Batılı devletlerine vurulmuş bir tokat niteliği taşır. Atatürk, mağrur ve galip bir Başkomutan olarak, milletinin bağımsızlık iradesini tüm dünyaya duyururken, esaret anlaşmasının yıldönümünü değil bir gün öncesini ulusun bayramı yapmıştır. Bu, milli gururun en zirve noktalarından biridir.

Öte yandan, Atatürk bu özel tercihin nedenini yıllarca halktan gizlemiş, bunu bir övünme vesilesi yapmamıştır. Nitekim Fahrettin Altay Paşa bu gerçeği öğrenince şaşırıp “Paşam, bundan niye hiç söz etmediniz?” diye sorduğunda, Atatürk’ten son derece mütevazı bir cevap alır. “Şahsen övünmek olurdu,” der Ulu Önder, **“Oysa esas övünmek, benimle beraber mefkûreye inananların, milletin ve ordunun hakkıdır.”**. İşte 20 yıllık bir devlet adamının dilinden dökülebilecek en asil tavır da budur. Atatürk, Cumhuriyet’in hangi şartlarda ve hangi anlamla kurulduğunu biliyor; ancak bunun kendi şahsi başarısından ziyade milletin ortak eseri olduğunu vurguluyordu. Onun gözünde asıl övünç kaynağı, milletin bizzat kendisi ve ordusunun fedakârlıklarıydı. Bu nedenle, 29 Ekim’in arkasındaki bu hikâyeyi hiçbir zaman kendi adıyla öne çıkarmamıştır. Bu tutum, Atatürk’ün ne denli alçakgönüllü ve milletiyle bütünleşmiş bir lider olduğunu gösteren güzel bir anekdottur.

29 Ekim, Türk milleti için bir bayram olmanın ötesinde, tarihte eşi olmayan bir dirilişin sembolüdür. Her yıl coşkuyla kutladığımız Cumhuriyet Bayramı, aslında bir milletin küllerinden doğuşunun ve kendi kaderini ellerine alışının yıldönümüdür. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dehası ve ileri görüşlülüğü, Cumhuriyet’in ilan tarihinin seçiminde dahi kendini göstermiştir. Bu özel gün, milletimizin bağımsızlığa ve özgürlüğe verdiği değerin, zulme boyun eğmeme kararlılığının nişanesidir.

29 Ekim 1923’te, Türk milleti sadece bir yönetim biçimini değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda tarihe meydan okumuş ve mazlumiyet yıllarının hesabını da kapatmıştır. O gün Ankara’dan yükselen Cumhuriyet ilanı, dünyaya “Türk milleti esareti kabul etmedi” diye haykırmıştır. Bugün bizler, 29 Ekim’in taşıdığı derin manayı idrak ederek Cumhuriyetimizin ışıltılı meşalesini gururla taşımaya devam ediyoruz. Atatürk’ün ifadesiyle, “bu mazlum millet, kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır” ve 29 Ekim, tarihten silinmek istenen bir milletin hakkını aldığı gün olarak ilelebet milletimizin gönlünde yaşayacaktır.

Cumhuriyet Bayramı’mız kutlu olsun!