CHP İZMİR İL KONGRESİ’NDEN KÜTÜPHANE- KİTAPLIK GERÇEĞİNE…

CHP İzmir İl Başkanlığı 39. Olağan İl Kongresi, Çağatay Güç’ün zaferiyle sonuçlandı. Zafer dediysem, lafın gelişi! Zafer mafer yok ortada. Aday tekti, o onaylanmış oldu. Geride polemikler bırakan bir kongreydi.

Abone Ol

Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi İzmir’e demokratik bir yarış yakışırdı aslında. Yarış yoktu ama yarışın izleri de yok değildi…

Düşünün… 650 il delegesinin 510’u oy kullandı sadece. 140 delege, Ekim’in 17’sinde herhalde plaja gitmiş değildi.

Belli ki bu bir protestoydu. Azımsanamayacak bir sayı 140 delegenin kongreye katılmaması. Genel merkezin, kongreye katılan parti kurmaylarının, basının dikkatinden kaçmayan bir sayı…

Belli ki aday olarak belirlenen kişiye olan bir protestoydu bu!

Genel Başkan, bu mesajı almıştır elbet!

Biz öğretmenler, sınıf başkanı seçiminde öğrencilerin tercihlerine karışmazdık hiç. Biliyorduk ki onlar, adayların içinde en çalışkan ve en adil olanı seçeceklerdir. Onların özgür iradelerine ipotek koymak, öğretmene yakışır mı hiç?

CHP İzmir İl Başkanı, keşke ön seçimle belirlenseydi. Çağatay Güç, seçilir miydi dersiniz?

Genel Başkanın bunu gözardı etmemesi gerekirdi.

Örneğin ben delege olsam, il başkanlığı için Erdal Karademir, Mehmet Ali Çalkaya, Mehmet Gönenç gibi siyasilerden biri için çabalardım. Nedenine gelince…

Her şeyden önce her biri çalışkan mı çalışkan. İkincisi güven veren, üçüncüsü, yıllardır partiye hizmette bir kusurlarının görülmemiş olması.

Şimdiki il başkanını belirleyen ise, yazılan çizilenlere göre Cemil Tugay.

Yani… İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin genel sekreteryardımcısı olan Çağatay Güç’ün Başkanı!

Bu, delegelerin vicdanını yaralayan bir durum olmalı ki 140 delege kongreye katılmıyor. Geçerli 473 oyun 447’sini alabiliyor Çağatay Güç.

İl başkan adayını bırakınız partililer belirlesin. Büyükşehir Belediye Başkanının belirlemesi doğru değil. Başkaları da yaptı/ yapmaya çalıştı bunu.

İl başkanının Başkanın uydusu mu olması isteniyor yoksa?

Her durumda vazgeçilmezim olan Cemil Tugay, kendisine de partiye de zarar verdi bu tercihiyle.

Partililer neden ‘ önseçim’ diye yeri göğü inletmez ki… Sizler ki çağdaş, laik, demokrat bir partinin soran-sorgulayan üyelerisiniz.

Yine de biz yeni başkana öncelikle sağlık, başarı ve yeni yeni projeler üretmesini, CHP’yi daha da güçlendirmesini dilemiş olalım. Kütüphanesi olmayan ilçe örgütleri için de göreve hazır olduğumuzu peşinen belirtmiş olalım.

Kütüphane deyince…

Zaman zaman karşılaşıyorum kitaplık ve kütüphanenin ne demek olduğu gerçeğine değgin düşüncelerle…

Bu konuda bilen de konuşuyor bilmeyen de…

En iyisi mi, bir bilene yer verelim bu konuda.

TKD İzmir Şubesi Başkan Yardımcısı/ Kavram Meslek Yüksek Okulu Kütüphane ve Dökümantasyon Birim Sorumlusu Mehmet Erken, ricamız üzerine bu konuda bir yazı hazırladı.

Söz Mehmet Erken’de…

Kütüphane mi, Kitaplık mı? Bilginin Niyeti Üzerine

Bir raf dolusu kitap... Peki ya kütüphane olabilmek?

Son yıllarda ülkemizin dört bir yanında güzel bir heyecan var:
“Bir kütüphane açtık!”
Bir oda, birkaç raf, bağışlanmış kitaplar, çocukların merakla dolu bakışları...
Ama şu soruyu sormadan edemiyoruz:
Gerçekten kütüphane mi açıyoruz, yoksa kitaplık mı kuruyoruz?

Bu ayrım, yalnızca kelimelerin değil; kültürün, sürekliliğin ve toplumsal sorumluluğun da ayrımıdır.

Kitaplık bireyseldir, kütüphane kamusaldır

Bir kitaplık, çoğu zaman bireyin emeğiyle doğar.
Bir okulun boş odasında, bir evin köşesinde, ya da bir gönüllünün içten gayretiyle...
Kitaplar dizilir, raflar parlar.
Ama çoğu zaman bu alanlar kişisel çabanın sınırında kalır.

Oysa bir yere “kütüphane” diyebilmek için yalnızca kitapların varlığı yetmez.
Orada bilgiye erişimi düzenleyen bir sistem, süreklilik, profesyonel personel ve kamu yararı bilinci bulunmalıdır.

Uluslararası Kütüphane Dernekleri Federasyonu (IFLA) ve UNESCO, bir kütüphaneyi beş temel unsurla tanımlar:
1 Koleksiyon,
2 Kullanıcı,
3 Uzman personel,
4 Mekân,
5 Sürekli hizmet ve politika çerçevesi (Bütçe)

Bu unsurlardan biri eksikse, orası teknik olarak bir kitaplıktır.
Ama kütüphane yalnızca teknik bir tanım değil, toplumsal bir niyet meselesidir.

Kütüphane bir niyettir – ama niyet tek başına yetmez

Son yıllarda birçok gönüllü grup, özellikle dezavantajlı bölgelerde, “her çocuğa bir kitap” diyerek kitaplıklar kuruyor.
Bu çabalar büyük bir yürek işi.
Ancak asıl mesele şudur:
Kütüphane olmak, yalnızca kitap bulundurmak değil; bilgiye düzen, hizmete süreklilik kazandırmaktır.

Sürdürülebilirlik: Kitaplıkların kırılgan kalbi

Bu gönüllü kitaplık girişimlerinin en büyük sınavı sürdürülebilirliktir.
Çoğunun profesyonel bir kütüphanecisi, düzenli bütçesi veya kurumsal desteği yoktur.
Açıldıkları yerlerde, oradaki insanların sahiplenmesiyle yaşarlar.
Bu durum, bir yandan sivil dayanışmanın gücünü gösterir; öte yandan bu yapıları kırılgan hale getirir.

Gerçek bir kütüphane olmanın yalnızca bilgi sağlamak değil, aynı zamanda süreklilik, düzen ve sorumluluk gerektirdiğini unutmamak gerekir.
Toplumsal fayda üretme niyeti değerlidir; ancak bu niyetin kalıcı bir etkiye dönüşmesi için yerel yönetim işbirliği, profesyonel destek ve uzun vadeli vizyon şarttır.

Dünyadan örnek: Etik, bilgi ve profesyonellik

Amerikan Kütüphane Derneği (ALA – American Library Association), kütüphaneleri “bilgiye erişimi kamu yararına düzenleyen, profesyonel olarak yönetilen kurumlar” olarak tanımlar.
İngiltere Kütüphane ve Bilgi Uzmanları Derneği (CILIP) ise profesyonelliği “bilgi, etik ve toplumsal fayda bilinciyle yürütülen uygulama” olarak tanımlar.

Bu tanımlar, kütüphane olmanın özünü gösterir:
Kitap sayısı değil, bilgiye hizmet anlayışı belirleyicidir.
Kütüphaneler, yalnızca kitapların değil; adaletin, fırsat eşitliğinin ve öğrenme kültürünün de bekçileridir.

Kütüphaneler hâlâ toplumun hafızasıdır

Dijital çağda bilgiye erişim kolaylaştı, ama bilgiyle anlam kurmak hâlâ emek ister.
Bir çocuk, küçük bir köy okulunda ilk kez kitapla buluştuğunda; işte orası bir kütüphanedir.
Çünkü kütüphane, yalnızca raflardan değil, umutlardan yapılır.

Kütüphaneler geçmişin birikimini geleceğe taşır;
kitaplıklar ise o geleceğe ilham verir.
Birinde kitaplar bekler, diğerinde insanlar buluşur.

Ne var ki, bazıkitaplıklarınya da küçükokumaalanlarının, zamanlafarklıamaçlariçinkullanılmayabaşlandığınıgörüyoruz.Bu durum, birmekânınkapanmasındanöte, biremeğinvetoplumsalbelleğinsilinmesianlamınagelir. Oysaböylesigirişimler - isterbirköyokulundaisterbirmahallemerkezindeolsun - desteklenirsekalıcıolabilir. Yerelyönetimlerin, eğitimkurumlarının, siviltoplumörgütlerininvegönüllübireylerindesteğiylebualanlarınyaşatılmasımümkündür. Çünküaçılan her kitaplık, toplumsalbirniyetinürünüdür; yaşatılmaları, ortakbirsorumluluktur.

Önemliolan, adını ne koyarsakkoyalım - kitaplıkya da kütüphane - açılan her mekânınsürdürülebilirliğinisağlamak, o ışığı hep birliktekoruyabilmektir.

Son söz: Bilginin kalıcılığı düzenle mümkündür

Bir toplumun bilgiye verdiği değer, kitaplıklarının zenginliğinde değil; kütüphanelerinin sürekliliğinde ölçülür.
Kütüphane, bilginin kamusal yüzüdür; kitaplık ise onun sessiz yankısı.
Her ikisi de değerlidir, ama biri bireyin hafızasını, diğeri toplumun belleğini yaşatır.

“Her raf kitap taşır, ama her raf kütüphane değildir.
Kütüphane, bilginin kalbi; kitaplık onun yankısıdır.”

Bugün bir köyde, bir okulda, bir apartman boşluğunda bile bir kitaplık açmak büyük bir cesarettir.
Çünkü her kitaplık, bilginin karanlığa karşı yaktığı küçük bir ışıktır.

Bu girişimler “sürdürülebilirliği yok” diye eleştirilecek değil, tam tersine kalıcı hale getirilmesi gereken umutlardır.
Bireylerin attığı bu adımlar, kamunun desteğiyle kütüphaneye dönüşürse, toplumun bilgiyle kurduğu bağ daha güçlü olacaktır.

Kütüphaneler yalnızca binalar değil; birlikte öğrenme iradesinin mekânlarıdır.
Ve her gönüllü kitaplık, bir gün kurumsal bir kütüphaneye dönüşme potansiyeli taşır - eğer sahiplenilirse, eğer desteklenirse.

Bu güzel sözlerden sonra sözü Cunda’ya ve Bekir Coşkun’a getirmek istiyorum.

Gazeteci- Yazar Bekir Coşkun’u 18 Ekim 2020’de kaybetmiştik.

Eşi Andree, Cunda’da onun adına bir kütüphane açılmasına ön ayak oldu.

Harikulade bir taş binada kurulan bu kütüphanede 6 bin civarında kitap bulunuyor. Bekir Coşkun’a ait de özel eşyalar…

Gel gör ki dışarıya kitap vermeyen, dışarıdan birilerinin de kitap okumak için gelip gitmediği bir kütüphane burası. Coğrafi konumu gereği, Cundalıların ziyaret edemediği bir kültür mekânı…

Çok değerli kitaplara ev sahipliği yapıyor ama o güzelim kitaplar okurla buluşmuyor.

Kitaplık mı, kütüphane mi yoksa Bekir Coşkun Anı Evi mi?

Sözü Cundalılara bırakıyorum.