Son Mühür/Sercan Engerek- Türkiye Sağlıklı Kentler Birliğinin 44. Olağan Meclis Toplantısı, İzmir Büyükşehir Belediyesinin ev sahipliğinde Swiss Otel İzmir’de yapıldı.
Toplantıya İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ve Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği Başlığı Başkanı Cemil Tugay ile ilçe belediye başkanları, akademisyenler ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri katıldı.
Açış konuşmasını yapan Cemil Tugay, insan kaynaklı küresel ısınmanın etkilerinin giderek arttığını belirterek, 2050 yılına kadar 35 derece ve üzeri sıcaklıklara maruz kalan kentlerin sayısının üç katına çıkacağının tahmin edildiğini aktardı.
2000–2030 döneminde sel riskine açık kentsel alanların 2,7 kat, kuraklık riski altındaki alanların ise iki kat artacağı hesaplandığını belirten Tugay, “2000–2030 döneminde sel riskine açık kentsel alanların 2,7 kat, kuraklık riski altındaki alanların yaklaşık iki kat artacağı; her iki riski aynı anda yaşayan alanların ise 2,5 katın üzerinde genişleyeceği hesaplanmaktadır. Bu veriler, iklim kriziyle kentleşme sürecinin nasıl iç içe geçtiğini ve küresel gündemde neden en kritik tartışma başlıklarından biri haline geldiğini açıkça göstermektedir. Bizler için, kentleri sağlıklı yönetmek, kentlerin geleceğini dirençli hâle getirmek de gün geçtikçe zorlu fakat zorunlu bir mesele hâline geldi. Nüfusu 1 milyondan büyük 600’e yakın kentin yüzde 35’inden fazlası, 30 megakentin dokuzu su kıtlığı çeken bölgelerde yer almaktadır” dedi.
“Suyu kazanılması gereken bir değer olarak konuşmalıyız”
Tugay, küresel iklim değişikliğinin etkilerine vurgu yaparak su kaynaklarının hızla azaldığını söyledi. Tugay, “Bugün geldiğimiz nokta çok net! Artık suyu bir varlık olarak değil, kaybolmuş bir sistemin içinde geri kazanılması gereken bir değer olarak konuşmalıyız. Türkiye’nin pek çok havzasında Gediz’den Büyük Menderes’e, Orta Anadolu’dan Güneydoğu’ya su artık planların temel girdisi olmaktan çıkıyor. 2025 yazında Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün SPI verileri, Avrupa Kuraklık Gözlemevi raporları ve yerel idarelerin kesinti duyuruları aynı tabloyu çiziyor” dedi.
Tugay, kentlerin büyük çoğunluğunun altyapı yenilemelerine yetişemediğini belirtti. Kanalizasyon idarelerinin iş yükü altında ezildiğini söyleyen Tugay, “Kentlerimizin büyük çoğunluğu altyapı yenilemelerine yetişemiyor; yağmur suları şehirlerden hızla uzaklaştırılıyor, gri suyun geri kazanımı ihmal ediliyor, tahsis planları kâğıt üzerinde kalıyor. Barajlarımız dolmuyor, yeraltı sularımız çekiliyor, tarımsal ve kentsel kullanım çatışıyor. Neredeyse tüm su ve kanalizasyon idareleri yoğun çalışmalarına rağmen altyapı, kapasite artırımı ve kayıp-kaçak mücadelesi gibi temel konularda işin yükü altında eziliyorlar. Gerçeklerle yüzleşmeliyiz; geri kazanıma, toplama-tutma sistemlerine ve adil paylaşıma dayalı bu yeni düzeni yerel yönetimlerin merkezine yerleştirmeliyiz” ifadelerini kullandı.
“Su politikaları yalnızca baraj yapmak değildir”
Tugay, Dünya Kuraklık Atlası’nda İstanbul’un orta derecede kuraklık riski barındıran şehirlerden biri olarak görüldüğünü belirterek, şunları söyledi:
“Dünya Kuraklık Atlası’nın aktardığı küresel kentsel kuraklık riski değerlendirmesine göre, analiz edilen 264 kentsel alan arasında İstanbul hem kuraklık maliyetinde hem de kuraklığa karşı kırılganlıkta orta derecede riskler barındıran bir şehir olarak görünmektedir. Bu da karşımıza özellikle büyükşehirlerin sürdürülebilir bir biçimde yönetilebilmesi için su, enerji, gıda gibi kaynaklarını bir varlık olarak görerek plan yapma alışkanlıklarını değiştirmeleri gerektiğini gösteriyor. Çünkü su artık planlamanın değişkeni değil, eksilen bir değer. Bu gerçeği kabullenmeliyiz. Var olan kaynak üzerine plan kurma dönemi bitti. Artık kentlerimizin geleceğini yeni sistemleri yerel düzeyde uygulama yeteneği belirleyecek. Su politikaları yalnızca boru döşemek ya da baraj yapmak değildir. Bu, kentlerin dayanıklılığını yeniden tasarlama meselesidir.”
“Her havza aynı miktarda su almıyor”
Türkiye’nin su kaynaklarının bölgesel farklılıklar gösterdiğini belirten Tugay, “Güneydoğu Avrupa’nın büyük bir kısmı farklı şiddet seviyelerinde kuraklık koşullarıyla karşı karşıya. Türkiye, 2019 itibarıyla ‘su stresi’ altındaki bir ülke olarak kabul ediliyor. 2030’a gelindiğinde Türkiye’nin kişi başına yalnızca bin metreküp suya sahip olacağı öngörülüyor. Bugün düşen yıllık yağış miktarıyla yaklaşık 450 milyar metreküp su üretiliyor ama bunun yalnızca 112 milyar metreküpü kullanılabilir durumda. Kişi başına düşen su miktarı bin 339 metreküp ile Türkiye artık ‘su stresi’ yaşayan ülkeler arasında” dedi.
Tugay ayrıca, “Türkiye nüfusunun yarısı ve sulanan tarımın yüzde 80’i su kıtlığı riskiyle karşı karşıya kalabilir. Her havza aynı miktarda su almıyor. Doğu Karadeniz gibi bölgeler su açısından zenginken, Konya Kapalı Havzası ve Burdur Havzası ciddi su yetersizliği yaşıyor” diye konuştu.
“Belediyeler su yönetimini güçlendirmeli”
Belediyelerin suyun korunması konusunda asli sorumluluğa sahip olduğunu vurgulayan Tugay, “İçme suyu üretimi, dağıtımı, atıksu arıtımı ve yağmur suyu yönetimi belediyelerin asli görevi. Kayıp-kaçak ölçüm, bölgeleme, basınç yönetimi, aktif kaçak tespiti ve sayaç yenileme gibi uygulamalar zorunlu hale getirilmiştir. Su talep yönetimi, arıtılmış suyun yeniden kullanımı, yağmur suyu yönetimi ve altyapı yatırımları için finansman sağlamak sürdürülebilir kaynak yönetiminin temelini oluşturur” dedi.
Tugay, Dünya Bankası’nın 2024’te Türkiye’ye sel ve kuraklıkla mücadele kapsamında 600 milyon dolarlık finansman onayladığını hatırlatarak, “Bu olumlu gelişmelere rağmen yeraltı ve yerüstü sularımızı korumaya henüz yeterli değiliz” değerlendirmesinde bulundu.
“Sorumluluk yerel yönetimlerin üzerinde”
“Sadece bir belediye başkanı olarak değil bir insan olarak konunun önce yerel yönetimler ancak toplum olarak kavranmasını bekliyorum” diyen Cemil Tugay, şunları kaydetti:
“Sorunlar sahip olduklarına varyasyonlarla yerele göre farklı oluyor. Her yörenin sorunu farklı. Temel mantığı anladıktan sonra yerel eylem planları olmalı. Bu yerel eylem planlarını yapma konusunda hem yetkinlik hem sorumluluk yerel yönetimlerin üzerinde. Merkezi yönetimlerin şehrimizin susuzluk problemiyle ilgili olarak ürettiği çözümleri diğer problemlerde üretmesi gerektiğini belirttiğimiz zaman bunun yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Merkezi hükümeti eleştirdiğim düşünülmesin ama tüm toplantılarda merkezi hükümetin sorumlulukları üzerine konuşuluyor.”
“Temiz su yaşamın her alanını şekillendiriyor”
Temiz ve güvenli suya erişimin toplumların refahını doğrudan etkilediğini belirten Tugay, “Temiz suya erişim bireylerin sağlığından ekonomik üretkenliğe, toplumsal eşitlikten ekosistemlerin sürdürülebilirliğine kadar yaşamın her alanını şekillendirir. Bu durum, Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndaki ‘Temiz Su ve Sanitasyon’ ve ‘Sudaki Yaşam’ hedefleriyle doğrudan bağlantılıdır. Su kıtlığı yalnızca çevresel bir kriz değil, aynı zamanda toplumsal bir sorundur. Bugün alınacak kararlar, gelecekteki nesillerin yaşam kalitesini belirleyecektir” ifadelerini kullandı.