Yangın sezonunun tekrar başlamasıyla yalnızca ormanlarımız değil, aynı zamanda sağlığımız ve geleceğimiz de giderek tehdit altında kalıyor.
Bu felaket, sadece orman ekosistemini değil, bu ekosistemde yaşayan canlıları da yok ederek doğal yaşam üzerinde derin ve yıkıcı etkiler bırakıyor.
Modern yangın söndürme ekipmanlarının yetersizliği, devlet ve kamu kuruluşlarının kapasitesindeki eksikliklerle birleşince sorunun daha da büyümesine neden oluyor.
Bunun yanı sıra, sürekli geciken bütçe tahsisleri, olayın sonucundaki kayıpların acısını artırıyor. İklim krizinin etkileri ve rant odaklı projelerin doğayı dikkate almaması ise yangınla mücadeleyi içinden çıkılması zor bir hale getiriyor.
Yangınlarla mücadeleye ayrılan bütçe genellikle yetersiz kalıyor. Bu alana yönelik bazı yatırımlar prestij kazanma amacı güdüyor gibi görünüyor; itibarımız olan özel uçakları var yangın söndürecek uçağımız yok. Bu nedenle yangın söndürme uçaklarının eksiklikleri ve operasyonel yetersizlikleri sıkça gündeme geliyor.
Uçak almak gibi çözümler üretmek yerine, yüksek maliyetli kiralama yöntemlerine yönelmenin öncelik haline getirilmesi, birilerini zengin etme amacını güçlendirirken, bu yanlış tercihlerin sonuçları her yaz tekrar kendini gösteriyor ve ülke genelinde alevler yükseliyor.
Ekipman eksikliği, iyi yetişmiş personel yetersizliği ve etkili müdahale yöntemlerinin olmaması yüzünden tablo değişmeksizin binlerce dönüm arazilerimiz yanarak kül oluyor.
Sorumsuzluk ise farklı boyutlarda kendini gösteriyor. Yangınların çıkış sebepleri çeşitlilik gösterebiliyor:
Köylülerin anız yakma gibi ilkel yöntemlere başvurarak yangını tetiklemesi; şehirde bireylerin dikkatsizce mangal yapması; sigara izmaritlerinin bilinçsizce doğaya atılması; ya da enerji kaynaklarının özelleştirilmesiyle beraber ihmallerin artması zinciri besleyen unsurlar arasında yer alıyor. Ek olarak, kasıtlı olarak çıkarılan terör odaklı yangınlar da bu yıkımı hızlandırıyor.
Yangından sonra geriye bir dizi belirsizlikler kalıyor: Yangının sebebi ihmal mi, kasıt mı, yoksa doğal bir olay mı? Elektrik şirketlerinin hatası mı, yoksa kötü niyetli bir kundaklama mı? Bu sorular çoğu zaman yanıtsız kalıyor.
Yangının ardından gündeme gelen sorunlar bir süre konuşulsa da kısa zamanda unutuluyor; böylece aynı felaketler ve eksiklikler bir sonraki yıl yineleniyor.
Değişmeyen gerçek şu:
Ormanlarımız harap oluyor, evlerimiz kül oluyor, hayatımız zarar görüyor. Ancak bu durum karşısında yeterli önlemlerin alınmaması felaketin bedelinigiderek ağırlaştırıyor. Bu yangınların bedelini de büyük ölçüde halk ödüyor.
Yangın başladığında halk, kendi imkanlarıyla tasla, kürekle veya kova ile yangına müdahale etmeye çalışırken, yetkililer yalnızca açıklamalarda bulunmakla sınırlı kalıyor.
Yangınlarla mücadele, dünyanın pek çok ülkesinde ortak bir sorun olsa da, birçok ülkede bu afetlere yönelik hızlı ve etkili müdahaleler gerçekleştirilebiliyor. Kısa sürede kontrol altına alınıyor.
Ancak Türkiye’deki altyapıdaki eksiklikler ve organizasyon bozukluğu durumu her geçen gün daha karmaşık hale getiriyor.
Temel problem açık: Yangınların hızla ve etkili bir şekilde söndürülebilmesi için gerekli olan kapsamlı altyapı ve organizasyon eksikliği giderilemiyor.
Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak yangınla mücadelede başarılı olamamak; helikopterlerin yetersizliği, bütçe krizleri ve devletin “Belediyeler çözsün” yaklaşımıyla pasif konumda kalması gibi sorunları gün yüzüne çıkarıyor.
Politik anlaşmazlıkların yol açtığı ilgisizlik ise kayıpların daha vahim hale gelmesine neden oluyor ve durumun çözümünü giderek zorlaştırıyor.
Geçtiğimiz günlerde yangından mağdur olan halkımıza geçmiş olsun dileklerimi sunarım