BU BÜTÇE KİMİN?

Her yıl aynı sahne…

Abone Ol

Bütçe açıklanıyor, kürsülerden süslü cümleler dökülüyor, ekranlarda pembe tablolar sergileniyor. Rakamlar konuşuyor, grafikler uçuşuyor. İktidarın sözcülerine bakılırsa her şey yolunda; hatta o kadar yolunda ki insan bir an durup kendine sormadan edemiyor:

“Biz mi yanlış yaşıyoruz?”

Ama yaşam o kürsülerden ibaret değil.

Mutfakta tencere kaynamıyor.
Pazarda file dolmuyor.
Memur, işçi, emekli ay sonunu değil, ayın onunu bile getiremiyor. Maaş geliyor, geldiği gibi gidiyor.
Dertler kalıcı, sorunlar kalıcı; maaş ise misafir.

O yüzden sormak gerekiyor:
Bu bütçe kimin için hazırlanıyor?

Hazırlayanlara göre bütçe ülke için, millet için. Çünkü onlar öyle söylüyor.
Gerçekte ise bu bütçe; sabahın köründe işe giden işçi için değil, 16 bin 500 lirayla hayatı yaşanmaz kılınan emekli için değil, tarlasına gübre, hayvanına yem alamayan çiftçi için hiç değil.
İşsiz genç için değil.
Ev kadını için değil.
Esnaf için değil.

Bu bütçe faiz için hazırlanıyor.
Bu bütçe kamu ihaleleriyle istikrarlı biçimde kazananlar için yazılıyor.
Bu bütçe sarayın ışıkları hiç sönmesin; hatta öyle yansın ki uzaydan bile görünsün diye yapılıyor.

Zaten boşuna denmiyor:
“İtibardan tasarruf olmaz.”

Olmaz elbette…
Tasarruf dediğin şey emeklinin sofrasından olur,
işçinin cebinden olur,
çiftçinin mazotundan, öğrencinin yurdundan olur.
Hatta çocuğu okula gönderirken verdiğin harçlıktan bile olur.

İtibar ise;
45 arabayla gezince artar,
ışıklar sabaha kadar yanınca parlar,
bin odalı mekânlarda kendini daha güvende hisseder.

Vatandaşa gelince tek cümle var:
“Kemer sık.”

O kadar sık deniyor ki, artık kemerin hangi delikte olduğu unutuldu.
Sabretmesi gereken hep halk.
Fedakârlık yapması beklenen yine halk.

Ama yukarıda kemer yok.
Tasarruf yok.
Aksine israf var, gösteriş var, şatafat var.
Üstelik bunlar tek tek değil; paket program halinde.

Bir yanda döviz garantili köprüler…
Geçen olmasa da olur; bütçe zaten geçiyor.
Yolcusu olmayan havaalanları…
Uçak yok ama garanti uçuyor.
Hasta garantili şehir hastaneleri…
Sağlığı yerinde olanın bile cebini ağrıtan cinsten.

Öbür yanda açlık sınırının altında asgari ücret,
emekliye reva görülen “idare et” maaşı,
işsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı…

Vergiyi kim ödüyor?
Halk.

Krizin bedelini kim ödüyor?
Yine halk.

Faizi kim alıyor?
Bir avuç ayrıcalıklı.
Bu konuda da istikrar var; hakkını teslim edelim.

İşte asıl mesele burada düğümleniyor.
Bu bütçe adil değil.
Bu bütçe vicdanlı değil.
Bu bütçe halkın bütçesi değil.

Sonra çıkıp “ekonomi büyüyor” diyorlar.
Doğru; büyüyen şeyler var:
Yoksulluk büyüyor.
Adaletsizlik büyüyor.
Umutsuzluk büyüyor.

Ama halk küçülüyor.
Öyle küçülüyor ki, bütçede dipnotlara sığdırılıyor.

Bu düzen sürdürülebilir değil.
Bir toplum, bütçesiyle cezalandırılarak yönetilemez.
Vergi verenin sözünün olmadığı, yükün hep aynı omuzlara bindirildiği bir düzen uzun süre ayakta kalmaz.

Çünkü halkın cebinden alınan her kuruşun,
bir gün mutlaka hesabı sorulur.

Ve o gün geldiğinde asıl soru şu olacak:
Bu bütçe kimin için hazırlanmıştı?