Öteden beri onu bilir onu söylerim; Türkiye’de en güçlü, en garantili sigorta aile sigortasıdır.

Ulusal, uluslararası sigortalar, çok uluslu şirketler, onca yaşam standardı garantileri bir yana, dar zamanda insanın yanına ilk yetişen ailesi olur. Aile içinde de babanın bu konudaki yeri ayrıdır. Yoksa araç arkası edebiyatındaki, “babam sağ olsun” bu kadar yaygınlaşır mıydı? Babası doğrudan yardımda bulunmamış bir evlat bile ne diyor:

“Babamın gölgesi yeter!”

En çok 2001 krizinde dikkatimi çekmişti; ülkede büyük bir ekonomik kriz çıktığında büyük kentlerdeki evlerin yüzde 5’i boşalıyor. Ya evlatlar anne babalarının evine geçiyor, ya anne babalar evlatlarının yanına… Elbet kardeşlerin tek evde buluştuğu da oluyor. İnsanlar böylece ekonomik krizi hep birlikte göğüslüyor.

Batıda baskın kültür, çocuğun 18 yaşına gelişinden sonra her bakımdan bireyselleşmesi. Bizde ise evlat hiç büyümez. Özellikle anne açısından böyledir ama özünde baba da öyledir. “Çok belli etmemeyi” bir meziyet olarak görsek de baba, en gerekli olduğu anda yapılması gerekeni yapar ve çekilir.

*** 

“Baba” kimliğini sadece aile içi hiyerarşide değil, yerine göre abartıp devlet kültürüne de taşıdığımız tarihsel bir gerçek. Koca imparatorluğu oğlundan başka kimseye teslim etmemek beraberinde kendi hukukunu da getirmiştir.

Bu yanını geçelim!

Süreyya Berfe’nin şiirindeki, “Çocuklar insanın ölüme meydan okumasıdır” dizesi baba olma duygusunun belki de en ölümsüz tarifi. Doğadaki bütün canlılar için birinci öncelik soyunun devamıdır. Çam ağacı ölümüne yakın olabildiğince çok kozalar döker, onlardan birkaçının toprağa karışıp yeşermesi için.

Sadece bizde değil dünyada da soyadlarının pek çoğu “oğlu” diye biter. Bu salt bir soyadı değil, aynı zamanda yaşamın devamlılığına da gönderme yapmak içindir. Azerbaycan’da dikkatimi çekmişti; “oğlu” diye biten soyadlarının yanı sıra “kızı” diye bitenler de vardı. Örneğin tanıştığım bir gazetecinin soyadı şuydu:

Hidayetgızı!

Evet “gızı” diye bitiyor ama “Hidayet beyin kızı”!

Yani bir babanın kızı…

Savaşın ne büyük yıkımlar getirdiğini anlatmak için kullanılan sözlerden biri de şudur:

Barışta evlatlar babalarını toprağa verir, savaşta babalar evlatlarını!

Baba kavramı o kadar geniş ki, güncel konumuz mafyada bile en büyüğe “baba” deniyor. Sedat Peker’in 40 yaş altını hedef seçip onların rol modeli olma yolunda ilerlemesi ise toplum olarak güce, güçlü olana karşı olan zafiyeti ortaya koyuyor.

***  

Arkadaşlar “Son Mühür” ün Babalar Günü’nden baskıya gireceğini söyleyince biz de bu günü selamlayalım istedik.

Benim de babamla ilgili paylaşabileceğim pek çok şey var. Birini aktarmak isterim…

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi son sınıfta gazeteciliğe başladım. Okul bittikten sonra yerel yayın organı Gazete İzmir’in de kapanmasıyla Milliyet gazetesi İzmir Bürosuna geçtim. O günün koşulları içinde kamyon şoförü babam aynı zamanda ticaret de yapıyordu. Bir öneri getirdi:

“Bak oğlum okul bitti. Eğer benim yanımda çalışmak istersen, ticaret yanımız gelişir. Ayda 100 bin liraya yakın para kazanırız…”

Ben mürekkep kokusunu almıştım bir kez. “Hayır baba” dedim, “Ben gazeteciliğe devam etmek istiyorum.”

“Peki” dedikten sonra sordu:

“Okul bitti… Çalışıyorsun da… Benden istediğin bir şey var mı?”

Babam gazeteden aldığım paranın yetip yetmeyeceğini merak ediyordu.

Stajyerlik sonrası aldığım para ancak ev kirasını karşılıyordu. Babama seslendim:

“Baba bir süre daha öğrenciymişim gibi para versen iyi olacak…”

“Tamam oğlum” dedi ve gazeteciliğe devam ettim…

Mesleğimi çok seviyorum…

Babam sağ olsun!