5 ARALIK VE KADININ GÖRÜNMEZ YÜKÜ

5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü kutlu olsun. Bugün, Türk kadınının 1934’te seçme ve seçilme hakkını kazanmasının yıl dönümü. Dünyanın birçok ülkesinden önce kadınlarını siyasetin öznesi hâline getiren bir ülkenin yurttaşlarıyız. Bu büyük adım, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ileri görüşlü kararlılığıyla atıldı.

Abone Ol

Kadınların siyasal hakları bir anda değil; planlı ve bilinçli bir süreç içinde genişledi.
1930’da belediye seçimlerine katılma hakkı…
1933’te muhtar seçme ve seçilme hakkı…
Ve 5 Aralık 1934’te milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınmasıyla süreç tamamlandı.

Bu kazanımlar, sadece kadınların değil, ulus iradesinin tüm toplum için eşit işlemesi gerektiğinin güçlü bir ifadesiydi. Hakların hiçbir ön koşula bağlanmadan verilmesi ise genç Cumhuriyet’in demokratik karakterinin en net göstergelerindendir.

Atatürk o günlerde şöyle demişti:

“Siyasi hayatta belediye seçimlerinde tecrübesini yapan Türk kadını, bu sefer de mebus seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salahiyet ve liyakatle kullanacaktır.”


Bugün hâlâ eksiklerimiz var. Ancak bir hakka sahip olmanın yolunun Cumhuriyet’in o sağlam taşlarıyla örüldüğünü bilmek önemli. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti; insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Kadın haklarının gerçek güvencesi işte bu ilkeler ve bu çerçevedir.

ORTA YAŞIN GERÇEĞİ: HASTALIK DEĞİL, YÜK

Gelelim bugünün başka bir meselesine… Yakın zamanda yayımlanan iki araştırma, orta yaşın ruh hâli hakkında düşündürücü veriler içeriyor.
Cambridge Üniversitesi’nin bulgularına göre insanın en üretken olduğu dönem 32–66 yaş arası. Fakat bu yıllar içinde özellikle 55–64 yaş arası kadınlarda dikkat çekici bir durum ortaya çıkıyor. Başka bir rapora göre bu yaş grubundaki kadınların yüzde 21’i kendini depresif hissediyor. Bu oran 2010’larda yüzde 15’ti. Erkeklerde belirgin bir değişim yokken kadınlarda kayda değer bir artış olması dikkat çekici.
Depresyon tıpta çok net tanımlanır: kişinin yaşam düzenini kesintiye uğratan ciddi bir durum.

Biz kadınların bugün yaşadığı tablo ise çoğu zaman bundan daha farklı:
Hastalık değil, yük.
Kariyer baskısı…
Yaşlanan aile bireylerine bakım…
Yetişkin çocuklara süren destek…
Gündelik hayatın bitmeyen sorumlulukları…
Ve bütün bunların içinde kendi hayatını sürekli geri plana atmış olmanın birikmiş yorgunluğu…
Bu sorumluluklar hayatın olağan döngüsünün parçaları. Olağan olmayan ise kadınların tüm bu yükleri çoğu zaman tek başlarına taşımak zorunda bırakılması.

GÖRÜNMEZ BEKLENTİLERLE YÜZLEŞME ZAMANI

Bugün artık önemli bir gerçeği daha iyi fark ediyoruz: Kadınların fiziksel ve ruhsal iyilik hâli, toplumun sessiz ama en güçlü direklerini oluşturuyor. Bu gerçeğe dair bir uyanış var; fakat şimdi daha zorlu bir aşamaya geçmemiz gerekiyor: Kadınlara yıllardır yüklenen toplumsal beklentilerle yüzleşmeye.
Sorun kadınların duygusal yapısında değil; onlardan beklenenlerin çoğu zaman insanüstü bir ölçüsüzlük taşımasında.
Kadının hem iş hayatında kusursuz olması,
hem evde düzeni aksatmaması,
hem sınırsız bir enerjiyle ailesine yetişmesi,
hem de her koşulda dimdik durması gerektiği fikri…
Bu gerçeklikle bağdaşmayan bir kurgudan ibaret.
Kadınları yoran çoğu zaman depresyon değil; toplumun sessiz sedasız dayattığı bu görünmez beklenti kalıpları. Artık bu kalıpları sorgulamak, dönüştürmek ve en önemlisi yükleri paylaşmak gerekiyor. Bu, bir lütuf değil; daha adil ve daha sağlıklı bir toplum için zorunluluk.