Yüreğim bir karadelik, yuttu beni bir gece. Belirsizlikleri ile yoğurdu beni. Yolsuzdum ya da yolunu bulamayacak kadar dünyalı, yönsüzdüm ya da pusulamı göremeyecek kadar kaygılı.

Karadeliğin, yuttuğu bir gece başladı benim yolculuğum…

Ben; bastığım yerleri bilmeden korkularımla yüzleşirken, Heraklitos elinde bir mum ile çıkageldi karanlığımı aydınlatmaya. Karanlığım henüz aymasa da ilk bilgi tohumunu ekmişti yumruğum kadar küçücük yüreğime. Tutuşturdu, elindeki mumu elime. Gözleri ile ileriyi işaret ederek yürü dedi. Arkamdan seslendiğini duydum.

" Aynı ırmakta iki kez yıkanılmaz çocuk, sakın geriye bakma, zira sen eski sen olmayacaksın"

Heraklitos'un yüreğime ektiği bilgi tohumları ile ilk yanmalarım başlamıştı.

Elimde mum ile ne kadar gittiğimi bilmeden yürürken, elinde bir kadeh baldıran zehri içmeye hazırlanan Sokrates ile karşılaştım. Evren ve varoluş üzerine biraz sohbet ettikten sonra, bilginin erdem olduğunu, erdemin de baldıran zehri kadar acı olduğunu, bu zehrin sadece öz de ki karayı yok ederek aydınlatacağından söz ettikten sonra, elindeki kadehi bir dikişte içip,

"Yeniden görüşmek üzere diyerek" karanlıkta kayboldu.

Sokrates' in yanından ayrılırken, yüreğimde ki tohum büyük bir acı ile patlamış ve ilk filizlerini vermeye başlamıştı. Karadelikteki karanlığım, öğrendikçe aydınlanıyor, aydınlandıkça tarifsiz acılar ile tanışıyordum.

Kaç dağı aştım, kaç çölde susuz kaldım, kaç filozof ile konuştum bilmeden, yana döne perişan bir halde heybetli bir kapının önünde buldum kendimi…

Bir de baktım ki yüreğimde ki filizler güllenmiş, güller açmış.

Gül'e inat, allı yeşilli niyaz ettim heybetli kapıya. Ne gökteki Yıldırım ne de fırtına beni teslim alamadan, bilginin verdiği direnç diri tuttu beni.

Derken; Güneş açtı, yere göğe bahar geldi. İki el kavradı beni omuzlarımdan, ayağa kaldırdı.

Sol yanımda Hallacı Mansur, sağ yanımda Pir Sultan Abdal vardı. Çam sakızı çoban armağanı, yüreğimdeki gülleri verdim onlara. O güller ki, zamansızlığın ve mekansızlığın gülleriydi. Ellerini yüreklerine koyarak

" Gerçeğin ateşi yakmaz pişirir, kendini kendine katık et yolcu. Yolcu iken yol olasın" diyerek sırtımı sıvazladılar.

Halkın arasına, Hak dağıtmak üzere yollarına giderken...

Bir yerde okumuştum; evrendeki karadelikler, yıldızların Işıkları ile beslenirlermiş. Genişleyip, büyüdükçe patlayarak onlarca yıldız oluştururlarmış.

Bütün karadelikler bembeyaz yollara, bembeyaz yollar gerçeğe açılırmış.

Asıl mesele, yüreğindeki Karadeliği keşfedip, karanlığa bir mum yakmayı göze almakla başlarmış.

Ben bu yazıyı yazarken, yerde miydim gökte miydim, düşte miydim, gerçekte mi bilmiyorum.

Bildiğim bir tek şey var.

Ben, elimde hala bir mum ile yanıyorum, kendimi kendime katık ederek…

**

Kendi fermanında

Mührü olan

Katli vacip kadınlardanım

Bilirim.

Ey niyetini kanıma bulayan

Serden geçmişlerin

Pınarından gelirim

Gah "Elif" olur dikilirim

Gah "Su" olur serpilirim.