Ermeniler ile Türkler Anadolu’da XIX. yüzyıla kadar beraber yaşarken, nasıl oldu da araları bozuldu, oluk oluk kan niye aktı. 2009 yılında çıkan “Türk–Ermeni İlişkisinin Dünü, Bugünü” adlı 525 yabancı belge içeren kitabımdan alıntılarla yaparak, bu soruya cevap vermeye çalışacağım. 24 Nisan 2015 tarihine kadar her ay sizinle aynı konuda beraber olacağım.

TÜRKLERİN ERMENİLERLE TANIŞMASI

Ermeniler, Selçuklu Türklerinin 1071 yılında Anadolu’ya resmen gelişiyle birlikte Türklerin egemenliğine girmiş ve “Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici anlayış ve inancından“ yararlanmışlardır.

Ermeniler, egemenliği altında bulundukları devletlere bağlı muhtar prenslikler halinde yaşamışlardır. Ermeniler, M.Ö. 330 tarihinde Büyük İskender’in ve sonra M.Ö. 189’da Romalıların egemenliğine girmişlerdir. Ermeniler, M.S. III. Yüzyılda Papaz Gregor’un kurduğu kiliseye bağlı olarak Gregoryen mezhebini kabul etmişlerdir. Ermenilerin Hıristiyanlığı kabul etmeleri, onların önce Bizanslılarla sonra da Ruslarla mezhep kavgaları yapmalarını engellememiştir.

Ermenilerin tarih boyunca oradan oraya göç ettirilmelerinin başlıca nedeni, egemenliği altında yaşadıkları ülkelerde rahat durmamaları ve ihanet etmeleri gösterilebilir. Ermeniler, en uzun olarak 300 yılı Selçuklular, 500 yılı Osmanlılarla olmak üzere ve çatışmasız olarak 800 yıl Türklerle yaşamıştır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u ele geçirdikten sonra, Bursa’da bulunan Ermeni Kilisesinin Piskoposu Ermenice Yovakim ile bir miktar Ermeni’yi yeni başkente göç ettirmiştir. 1461 yılında, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’daki Rum Patrikhanesinin yanında Ermeni Patrikhanesinin açılmasına izin vermiştir.

Mareşal Helmut Von Moltke’nin  “Türkiye Mektupları” adlı eserinde; “Bu Ermenilere, gerçekten, Hıristiyan Türkler denilebili. …Asya Ermenilerinin büyük bir kısmı dinç, itaate alışkın, refah içerisinde yaşayan bir halktır.” 

Ermeni tarihçi Asoghik ise; “Ermeniler, Bizans’a olan düşmanlıkları nedeniyle Türklerin Anadolu’ya gelmesine sevinmişlerdir. Hatta Türklere yardım bile etmişlerdir” diye yazmaktadır.

ERMENİLERİN OSMANLIDAN ALDIĞI AYRICALIKLAR

Osmanlının topraklarında yaşayan Rumlara verdiği “Millet-i Sadıka ” (Sadık Millet) unvanı, bu kez de Ermenilere verilmiştir. 1839 Gülhane Hattı Hümayun’u ve 1856 Islahat Fermanı’ndan sonra Ermenilere Osmanlı İmparatorluğu devlet kademesinde daha fazla rol verilmeye başlanmıştır. Ermenilerden; 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 üst düzey memurun görev aldığı saptanmıştır. Son Osmanlı Meclisi’nde ise; Ermeni Gabriel Noradunkyan Dış İşleri Bakanı; Agop Paşa ise Hazine Bakanı olarak görev yapmıştır.

1835 yılında, Türk köylüsünün devlete karşı isyanları artmıştır. Bu isyanların temelinde, Türklerin genel sıkıntısı olan yoksulluğun başı çektiğini görüyoruz. Ermeniler, tarımdan inşaata, her türlü ticarete girişmiş, oluşan sermayeleri ile tefeciliğe de soyunmuşlardır. Ermenilerin, askerlik yapmamalarına Türkler şöyle tepki koymuşlardır: “Niçin bir çocuk daha yetiştireyim. Bize yardım edecek yaşa gelir gelmez askere mi alsınlar?”

Pierre Loti’nin yazdığı “Türkler Üzerine Makaleler” adlı kitabında; “Ermenilerin, Türkiye’yi yıpratan, alta dökülen meyvelerin içindeki solucanlar gibi olduklarını çekinmeden söyleyeceğim.”

ERMENİLER VE MİSYONERLER:

İngiliz misyonerler 1815 tarihinde; ABD’liler ise 1826 tarihinden itibaren Anadolu’da faaliyet göstermişlerdir. ABD’li misyonerler, 1869 tarihine kadar toplam 21 ana istasyon kurmuşlar, 1833’de İstanbul’da, 1834’de Trabzon ve Bursa’da ilk temsilciliklerini açmışlardır. 

1914 yılında ise, Anadolu’da 707 yabancı okulu bulunmaktadır. Bu okulların Doğu ve Güney Doğunun kalkınmasına hiçbir rolünün olmadığı yaşanan acılarla anlaşılmıştır. Bu okulların Osmanlı içinde dağılımı şöyledir; 465’i Amerikan, 83’ü İngiliz, 72’si Fransız, 44’ü Rus (Beyrut), 24’ü İtalyan, 7’şer Almanya ve Avusturya, 3’ü Yunan (İzmir).           

Ermeni tarihçi Dr. Astaryan “Ermeni Milleti Tarihi” adlı kitabında, kilisenin Ermeni isyanlarındaki rolünü şöyle anlatmaktadır: “Rusya’dan çok miktarda silah getirtilip, kiliselerde saklanmıştı. Türkiye’ye kışkırtıcılar gönderiliyordu. Bunlar Kürt, Çerkez kıyafetleri ile köy köy dolaşıp halkı isyana çağıran konuşmalar yapıyorlardı.”

ERMENİLERİN, ERMENİLERİ KATLETMESİ

Ermenilerce katledilen ilk Ermeni; Avukat Haçik’tir. Haçik 15 yaşında bir çocuk tarafından katledilmiştir. Gedik Paşa Kilisesi Başpapazı Dacad Vartabet, yolda giderken bıçaklanarak öldürülmüştür. Tüccar Dikran Karagözyan, kendisinden para yardımı isteyen Ermeni çetecilerine: “kendi paramla milletimi aldatamam” yanıtı vermesi üzerine, çetecilerce “ırk haini” ilan edilerek, işkenceyle öldürülmüştür. Kumkapı Ermeni Patrikhanesi Rahibi Der Sukiyas vaaz verirken, Polis Markas göreve giderken çapraz ateşle öldürülmüştür. Mıgırdıç Tütüncüyan ise, Hınçaklarca kendilerine karşı çıktığı ve engellemeye çalıştığı için başı ezilerek öldürülmüştür.

Apik Uncuyan, Osmanlı Sarayına un ve ekmek temin ederdi. Uncuyan: “Sizler suçsuz Ermeni ırkını, kana bulamak istiyorsunuz. Buna asla izin vermiyeceğim.” dediği için; “ırk haini” ilan edilmiş ve Ermenilerce idam edilmiştir. Tüccar Seylenof Bedros Ağa, Avukat Sebuh, Kandilci Onnik, Meclis Ruhani Üyesi Mampre Vartabet ve Hacı Dikran diğer katledilen Ermenilerdir.

ERMENİ ÖRGÜTLERİ

1878 yılında, Van’da Mıgırdıç Portakalyan tarafından “Karahaç Cemiyeti” kurulmuştur. Portakalyan, çıkardığı “Armania” adlı bir gazetede; “Kan dökmeden hürriyet elde edilemeyeceğini” yazmıştır.  Hınçak Komitesi, 1882 yılında, bir kısım Ermeni’yi kışkırtarak, Anadolu’daki ilk olayları başlatmışlardır. Taşnak Komitesi: 1890 tarihinde, Ermeni İhtilal Cemiyeti Birliği adıyla Tiflis’te kurulmuştur. Van Taşnak Komitelerinin yayınladığı ilk emir ise: “Türkü, Kürdü her yerde, her türlü şartlarda vur. Gericileri, hainleri, sözünden dönenleri, hafiyeleri öldür, intikam al” olmuştur.Fedai Hareketi, Namses Gurubu… 

ERMENİ ÖRGÜTLERİNİN ÇIKARDIĞI OLAYLAR

Ermenilerin 1890 - 1909 arasında çıkardığı olaylar; Erzurum ayaklanması, Kumkapı gösterisi, Merzifon, Yozgat, Tokat olayları, Birinci Sasun başkaldırısı, Bab-ı Ali gösterisi, Trabzon ve Anadolu’nun diğer şehirlerindeki olaylar, Zeytun başkaldırısı, Van başkaldırısı, Osmanlı Bankası Baskını, İkinci Sasun Başkaldırısı, Yıldız suikastı, Adana başkaldırısı…

İSYANLARDA RUSLARIN ROLÜ

Emperyalist ülkelerin son arzusu, Osmanlı İmparatorluğu’nu önce kendi aralarında paylaşmak, sonra da yıkmaktır. 9 Ocak 1853 günü, Petersburg Sarayı’nda verilen baloda herkes eğlenirken, birileri bir köşede ‘Hasta Adam’ Türkiye’yi konuşurlar. Konuşanlar, Rus Çarı II. Nicola ile İngiltere Büyükelçisi Lord G. Hamilton Seymour’dur. Rus Çarı II. Nicola; “Sir, bildiğiniz gibi Osmanlı Türkiye’sinin işleri pek karışıktır. Bu memleket zaten kendi kendisini parçalıyor. İngiltere ve Rusya’nın bu mesele üzerinde tam bir anlaşmaya varmalıdır. Birisinin ötekisine haber vermeden adım atmaması gerekmektedir.

Bakınız dostum, kollarımızda hasta, hatta çok hasta bir adam var. Elbette, hasta adamın yaşamamasını hepimiz istiyoruz. Aslında, ben de emin olun ki, sizin kadar onun bir an önce ölmesini istiyorum.

Fakat ansızın ve de hiç beklenmeyen bir zamanda kollarımızda ölürse, bu durum Avrupa ülkelerinin arasında büyük bir savaşa sebep olacaktır. İşte dostum, bu karışıklık esnasında İngiltere devleti, İstanbul’a yerleşmek isterse, şimdiden asla göz yummayacağımızı söylemek istiyorum.

Bu söylediklerimi ve de fikirlerimi devletinize iletiniz. Bu hasta adamı, İngiltere ile birlikte şu şekilde paylaşmak isteriz.”

30 Kasım 1914 tarihinde, Tiflis Ermeni Milli Bürosu’nun ‘Horizon‘ gazetesinde çıkan Çar II. Nicola’ya hitap eden bildirisi şöyledir: “Dünyanın dört yanından akın eden Ermeniler, Rus Ordusu’nun şanlı saflarına katılmak ve kanlarını Rus zaferi için akıtmaya hazırdırlar. Rus bayrağı, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarında özgürce dalgalansın.”

1876 tarihinde, İngiliz Büyükelçisi Sir Elliot, İngiliz hükümetine verdiği raporunda şöyle demektedir: “Osmanlı Hükümetiyle bağlantısı olmayan bir Ermeni bana gelerek, bütün bu olayların Rus kışkırtması sonucu meydana geldiğini anlattı. Bu haber benim diğer yerlerden aldığım duyuma çok uymaktadır.”           

1880 yılı Kasım ayına ait, Yüzbaşı Clayton’un raporunda; ”Ermenilere Rusya’dan devamlı silah geliyordu” denmektedir.

Yazar Philips Price; “...Dünya Savaşı patlak verince, bu bölgedeki Ermeniler, Kafkasya’daki Rus makamlarıyla gizlice ilişkiye geçmişlerdir. Ruslarca geliştirilen yeraltı örgütü ile Türk illerinden, Rus ordusuna gönüllü gönderilmeye başlandı” demektedir.

Eçmiyazin Katogigosluğ’u, Tiflis’te Rus Çarı II. Nicola tarafından kabul edilmiştir. Katogigosluğ toplantıda Çar’a yalvararak istemini şöyle dile getirmiştir; “Anadolu’daki Ermenilerin kurtuluşu ancak Türk egemenliğinden ayrılarak bağımsız bir Ermenistan kurulmasıyla gerçekleşecektir. Bunun da, Rusya’nın desteği ve koruması olmadan olanaksızdır”

Rus Çarı II. Nicola ise, toplantı sonunda okuduğu bildiride şunları ifade etmiştir; “Ermeniler! Büyük Rusya’nın bütün ailesi olarak davetinizi büyük saygı ile kabul ettim. Ermeniler beş asırdır ezildiniz ve ezilmeye devam ediyorsunuz. Karanlık günler artık bitti. Artık hürriyete kavuşacağınız saat geldi. Ruslar, Ermenileri ve onun kahraman evlatlarını büyük bir onurla hatırlıyor. Lazarof’lar, Melikof’lar ve benzer Ermeniler Slav kardeşlerinin yanında vatanın gelişmesi için savaşmışlardır. Asırlardır devam eden bu içten bağlılığınız, bu büyük günde de bütün görevlerinizi sarsılmaz bir iman ve kararlılıkla yerine getireceğinizin teminatıdır.

Ermeniler! Çarlık Hükümeti altında kan kardeşleriniz ile birleşerek, hürriyet ve adalete kavuşacaksınız.”

Ahmet Gürel

ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi