"Hülya Hocam, Özdemir Hocanın yokluğunu sizin varlığınızla hissetmemişim meğer; şimdi ikiniz birden öyle ağır geldiniz ki...  
İnternete girip bakınca Hülya Nutku hayatı hakkında şunları okuyorsunuz.   
 “Prof. Dr. Hülya Nutku'nun, Güneşe Tırmanmazsan Ayı Göremezsin (1992), Oyun Yazarlığı (1999), Oyun Sanatbilimi – Dramaturji (2001) isimli eserleri bulunuyor.  
1953 yılında dünyaya gelen Prof. Dr. Hülya Nutku Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini "İşçi Tiyatroları ve İsmet Küntay'ın 403. Kilometre Oyunu" (1974) adlı lisans tezi ile bitirdi. "Ankara Devlet Konservatuvarında Tiyatro Eğitimi" (1976) adlı tezi ile yüksek lisans, "Tarihsel Dram ve Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosunda Tarihsel Dram Modelleri" (1983) adlı tezi ile doktora yaptı.  
Çalışmalarını, Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümünden sonra, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak sürdürdü. 2001 yılında Kıbrıs Yakın Doğu Üniversitesi Sahne Sanatları Fakültesinde ders vermek, araştırma ve incelemelerde bulunmak üzere bir yıl süreyle görevlendirildi.  
Tiyatro üzerine kitapları bulanan Hülya Nutku, 2019 yılında yaşamını yitiren tiyatrocu, şair ve yazar Prof. Dr. Özdemir Nutku ile evliydi.”  
  
Hülya Nutku’yu bu birkaç pragrafla anlatmanın da anlamanın  da mümkün olmadığına inandığım için onu yazmak istedim.    
   
Bense Hülya Nutku hocamı ilk kez 1998 yılında 1.Alaçatı Çocuk Tiyatrosu Kurultayında tanışmıştım.   
Kurultaya Buca Belediye Tiyatro’su yönetmeni olarak davet edilmiştim. Bir bildiri yazman gerekliydi. Beni aldı bir panik: Tiyatro mezunu değildim henüz. Üniversite tiyatro kulübü kurarak başlamış bir ‘alaylı’ idim sadece. Özdemir Nutku, Hülya Nutku, Ferdi Merter, Ümit Denizer gibi daha nice büyük ismin bulunduğu bu kurultaya benim gibi bir çömezin yazacağı bildirinin ne gibi bir katkısı olabilirdi ki? Tereciye tere satma durumu.  
 Kara kara düşünüyordum: Ne yazayım diye?  
Ama Kurultaya katılan isimleri incelerken bildirimin konusunu da buldum. 1. Çocuk Tiyatrosu kurultayına akademik ya da pratik düzeyde bir tane bile olsun pedagog/Psikolog ya da Psikolojik Danışman’ın davet edilmediğini gördüm.    
Oysa pedagog olmaksızın üretilen ‘Çocuk ve gençlik Tiyatro’su bir ayağı eksik masa gibidir. Zaten kurultayda sunulan bütün bildirilerde bu eksiklik önemle değinilip dillendiriliyordu. Çocuk ve gençlik tiyatrosunda pedagog’un ve pedagojik çalışmanın önemi;  Hülya Nutku, Seçkin Selvi, Mehmet Nurkut İlhan, Tuncay Kalyon, Özdemir Nutku, Burhan Akçin, Hasan Erkek ve Çoşkun Çetinalp'ın oluşturduğu komisyon üyelerince hazırlanan sonuç bildirgesinde de yer aldı.   
Bildirimi okumak üzere kürsüye çıktığımda elim ayağım titriyordu. Benim gibi tiyatroya yandan bulaşmış bir alaylı için bunca üstadın içinde konuşmak kolay olmayacaktı. Beni avutan tek şey vardı ama: Ben bir pedagog idim.  
Bildirime şöyle başladım: “Kıymetli katılımcılar, bu anlamlı kurultaya ‘Yönetmen’ sıfatımla davet edildim. Ancak buraya geldiğimde fark ettim ki 1. Çocuk Tiyatrosu Kurultayında benden başka pedagog yok. Nerdeyse okunan bütün bildirilerde ‘çocuk tiyatrosunda pedagogun işlev ve önemleri’  belirtildiği halde,  kurultaya pedagog davet edilmemiş olması ciddi bir eksiklik olarak düşünüyorum. Ama merak etmeyin, ben bildirimi bir yönetmen olarak değil bu kurultayın ‘Korsan Pedagog’u olarak sunarak bu hatayı telafi etmeye çalışacağım.”   
   
Gülüşmelerin ve başlarla onaylamaların bana verdiği gazla, çocuk tiyatrosun da pedagogun işlevlerine ve vazgeçilmezliğine değinen bildirimi okudum.   
   
Ara verildiğinde yanıma gelen sarışın kadının boynundaki kurultay kimliğinde  ‘Hülya Nutlu / 9 Eylül Üniversitesi’ yazıyordu. Elini uzattı, tokalaştık.  Bugün bile elimde sıcaklığını hissederim. “Bildirinizi ilgiyle dinledik, üstü apaçık mesajlarını da aldık’ ve iyi ki ‘Korsan Kurultaycı’ olarak aramıza sızmışsınız” dedi.   
Alanında uzman bir  hocadan bunları duymakla cesaretleniyor insan tabi. O sordu ben yanıtladım; psikolojik danışman olduğumu, falanca ustalarla yaşadığım tiyatro geçmişimden söz ettim kısaca.    
Bir hocayı hoca yapan öğrencisinde ‘öğrenme isteği yaratabilmesi’ değil midir?   
Öyle hocalar tanırım ki insan da şevk bırakmaz. Dersine gitmek,  sınavına çalışmak istemezsiniz. Hülya Nutku ve Özdemir Nutku hocaların en büyük maharetlerinden birinin de işte bu şevki yaratması olduğunu onlardan ders aldığım yıllar boyunca gözlemledim. Hiç unutmam Özdemir Nutku hocamızdan aldığım lisansüstü derslerinde, hocamız hepimizi ayrı ayrı ödevlendirirken; her birimizin eğilim, birikim,  yetenek ve hedeflerimize uygun ödevlendirmeler yapardı. Örneğin pedagog olduğum için,  verdiği tiyatro ödevinde mutlaka pedagoji bağlantısını kurduracak bir ödev olurdu.   
Uzatmayım; o gün Hülya Hoca bana hiç aklımda olmayan bir öneri getirdi:  
 “Senin gibi insanların tiyatro alanında akademik eğitim almasının tiyatro kültürümüze katkısı olacaktır. Bence tiyatro alanında lisansüstü eğitimi düşünmelisin Sevgili Ümit” dedi.  
  
 Çok kez tanık oldum; Hülya Hoca birini mi hatırlıyor, onunla ilgili bir anı mı anlatıyor; ‘Sevgili Ruhi Su bir gün şöyle demişti, sevgili falanca bir gün dedi ki.” derdi. Kimi tanıyor anlatıyorsa sevgiyle, o kişiyi en belirgin yetenekleriyle anardı Hülya Hocam. Sanata ve üniversiteye yapılan haksız müdahale ve politikalar dışında sinirlendiğini görmedim. Vefasızlıktan çok yakındığına tanık oldum ama onları bile yapıcı bir şekilde kızar, eleştirir, kin de tutmazdı.    
   
Neyse; o gün Hülya hocaya teşekkür edip; Hocam ben de tiyatroda lisansüstü eğiti almak isterim, ancak enstitüler sadece Tiyatro, Türkçe ya da İngilizce bölümü mezunlarını alıyor: Pedagog ve psikologların başvurusu kabul edilmiyor, ama korsan öğrenciniz olabilirim’ dedim.  
Hülya Hoca, gülerek; ‘Bak, dedi, bir eksiğimiz daha çıktı. Bunu da halletmek lazım, bağlantıyı koparmayalım, üniversiteye de beklerim’ dedi.   
Dedi mi ben mi öyle anlamak istedim bilmiyorum. Yıllar sonra yüksek lisansa başvurdum. Enstitü, yönetmeliğe uymadığı için önce kabul etmedi başvurumu. Hülya Hoca’ya gittim. Hatırladı: Gel bakalım Sevgili Korsan…  
Ayrıntıyı hatırlamıyorum ama Hülya Hoca, Özdemir hoca ve enstitü hocaları ile görüşüldü ve sınava girmem kabul edildi.  Önce yazılı sınava girdim.   
Alan dışından biri olduğum  için diğerleri kadar tiyatro bilgimin olması mümkün değil gibime geliyordu ama sınavı geçmiştim.  Mülakata elimde yaptığım işlerin, yazdığım oyunların olduğu bir dosya ile girdim. Jüri Hülya Nutku, Semih Çelenk, Murat Tuncay hocalarımdan oluşuyordu. Dosyam incelendi; ilk soru sanırım bölüm başkanı kıymetli Murat Hocamızdandı: “Neden tiyatroda yüksek lisans yapmak istiyorsun Ümit?” dedi.    
“Pedagojik birikim ile çocuk ve gençlik tiyatrosu alanında var olmak istiyorum” dedim kısaca.  
İkinci soru da değerli Semih Hocamdan gelmişti yanılmıyorsam: “Ümit, İngilizceyi halledebilecek misin? Biliyorsun bizde İngilizce şart. (O yıllarda öyleydi yönetmelik) Bir yıl ingilizce hazırlık ve alan dışından geldiğin için de bir yıl  lisans öğrencileriyle Bilimsel Hazırlık okuyacaksın. Ne diyorsun?” dediydi.  
“Zor olacak ama isteğim de kuvvetli hocam” gibisinden bir şeyler saçmaladım.  
Neden kuramlardan, dünya ve Türk tiyatrosundan sorular sormadıklarına şaşıyor, bu garip sorularla beni göndereceklerini düşünüyordum.  Oysa aylarca çalışmıştım.  
 Nasıl olsa almayacaklardı beni. Ben olsam ben de beni almazdım zaten, diye sınava girdiğime pişman duygular içindeyken; son soru Hülya Hoca’dan geldi ve üstelik hiç çalışmadığım yerdendi:  
“Duygusal biri misindir Ümit?”  
Hayda… Yüzümün kızardığını,  ellerimin terlediğini çok iyi anımsıyorum.   
“Yerine ve insanına göre hocam” dedimdi.   
(Yıllarca bu sorunun neden sorduğuna anlam veremedim Hülya Hocanın. Hep içimde kalacağını bildiğimden tezi çalışırken, o günü anımsatıp soruvermiştim.  
“Duygusuz sanat olmaz da ondan Ümit.”   
On vuruşluk derslerden biri daha işte! Duygusuz sanat olmaz. Olsa olsa iş olur.)   
Sınavı kazananlar listesinde adımı görünce şaşırıp sevindim.  
Bir yıl Yabancı Diller Enstitüsünde İngilizce hazırlığa devam ettim: Sınıfı geçemeyince de  atıldım enstitüden. Yıllar sonra af çıkınca tekrar girdim ve bu sefer nasıl olduysa İngilizceden geçip Bilimsel Hazırlık sınıfını da bitirdikten sonra yüksek lisans derslerine başladım.   
Hülya Hoca Tarihsel Dram dersini seçen tek öğrenciymişim o yıl.   
Derslerimizi haftada iki gün olmak üzere Hülya hocanın odasında yapıyorduk.   
Odasının kapısı sürekli çalındığından derslerimiz sıkça kesilirdi: Öğrenci, öğretmen, sanatçılar geldiği gibi kantinci çocuk, memurlar ve alakasız kişiler de uğrardı. İş olduğu kadar iş dışı sohbete gelenler de eksik olmazdı. Bütün bu geliş gidişlerde tiyatro, sanat ve yaşam konuları odakta olur, dersin müfredatı dışında tanığı olduğum bu sohbetlerden de  çok şey öğrenir ve Hülya Hocayı da daha yakından izleme fırsatı bulurdum.   
Mesela telefonu çalar: Arayan Genco Erkal’dır. Uzun uzun konuşurlar ve kulak misafiri olduğum o  sohbetin içinde mutlaka tiyatroya dair değerli şeyler öğrenirdim.   
Hülya Hoca’dan aldığım Tarihsel Dram dersleri beni tarihsel konulara sürükledi. O yıllardan beri yaptığım; Efeler, zeybekler, Yunus Emre vb çalışmalarımda bu dersin ve Hülya Hocamızın verdiği esinler olduğunu inkar etmem, gururlada her zaman söylerim.   
Bir gün yine Tarihsel Dram dersinde Atçalı Kel Mehmet’i anlatırken aklına kel olan bir öğrencisi gelmişti de ‘Dur Ümit,  şunu bir arayayım, kirasını ödeyememiş iki aydır, bir diziye oyuncu arıyorlar, şöyleyim de gitsin’ dediğinde onun insan yanını da görüyordum.   
Öğrencileriyle kurduğu bağ geçici, ödevi alıp notu verinceye kadar olmayan hocalardandı Hülya Nutku.   
Böyle böyle çok tanıklığım var;  Akademisyenliğine, insanlığına, sevgi ve şevkatine…   
Hele ki Özdemir (Nutku)  Hoca ile olan eş ilişkisindeki düzeyi hep gıpta ile gözlemişimdir. İlerleyen yaşlarına rağmen elle tutunan gözle görülen bir sevgi ve saygı vardı aralarında. Özdemir Hoca emekli olmuştu bazen Hülya Hocanın odasına gelince kibarca ‘Dersinizi bölüyorum Hülyacım ama çok önemli;  bak ümit sen de dinle’  diyerek anlatmaya başlar ve artık gündemindeki konu neyse onlardan da nasiplenirdim. İkisi de özellikle Kaynaklar Köy Tiyatromuzu yakından takip ediyordu. Ne oynuyorsunuz, şimdi sırada ne var, iyi işler bunlar vb. sözlerle destek ve cesaret verdiler her zaman.   
Tez hocası olarak da Hülya Hoca’yı seçtim. Aslında pedagoji ben bağlantılı bir tez konusu seçmek istiyordum.  Özdemir Hoca’nın da odada olduğu bir anda ikisine birden sordum:  Tatlı tatlı tartışmaya başladılar benim tez konumun ne olması gerektiğini:  
“Pedagojiyi zaten biliyor, daha tiyatro üstüne bir konu seçsin” diyordu Hülya Hoca.  
Özdemir Hoca da; “E, yani sen de haklısın Hülya, sen doktoranda pedagoji ve tiyatro ilişkisine dair bir konu seçersin Ümit”  
Kendi çocukları gibi, bizlerin geleceğimizi planlamayı, dertlerimizi sevinç ve coşkularımıza ortak olmayı ve bunları  öyle bir hafiflikle yapıyorlardı ki gereksiz bir minnet beklentisi, kibir, ego olmadan da hoca olunabileceğini ve olmak gerektiğini de öğretiyorlardı sanki. Anlayana tabi...   
Semih Çelenk Hocamın önerisiyle önce tez konusu olarak bademler köy tiyatrosunu seçmiştim. Fakat Bademler Köyünk gidip geldikçe ve orada yaşayan halka tiyatrolarını sordukça,  onların akademik bir araştırmaya konu olmak istemedikleri, sadece cumhuriyetin öncesinden beri yaptıkları tiyatrolarını sürdürmek istedikleri yönünde bir izlenim oluşmuştu bende. Tiyatroya teoriyle değil; gelenek ve iyileştirici/birleştirici bir oyun olarak yaklaşıyorlar, Bademler Köy tiyatrosunu hiçbir çıkar gözetmeksizin bir miras gibi devr alıp yeni kuşaklara devrediyorlardı. Onlar için tiyatro bir onarılma ve  olma/oluş haliydi bence. Olmak mı oynamak mı! İşte bütün mesele bu...   
Hülya Hoca’ya yukarıdaki gerekçelerle Bademler Köy Tiyatrosu  olan tez konumu  değiştirmek istediğimi söylediğinde; “Valla da haklısın, işte psikolojik danışman olmanın getirdiği bakış açısı bu’ diyerek tez değişikliğini onayladı: Bu sefer Necati Cumali’yi konu olarak seçtik.   
Necati Cumali konusuna da bir türlü ısınamadım ve Hülya Hoca’yım aradım  bir gece: “Hülya hocam ben efeler ile ilgili bir konu seçmeye karar verdim.”  
Beraber birkaç oturumdan sonra “Zeybeklik Kültürünün Çakırcalı Mehmet Efe Özelinde Sanata Yansımaları’ olarak netleştik. Bu tezin ilk olduğunu sandığım bir özelliği de şudur: Tiyatro alanında ‘uygulamalı’ tez verilmiyordu. Neden böyledir anlamam: Oyunculuk yüksek lisansı oynamadan nasıl yapılabilir ki?  Ne var ki ben tezimde ‘Çakırcalı Mehmet Efe Ve Kızanları’ isimli bir oyun yazdım yönettim ve oyunun CD’sini de teze dahil ederek Ulusal Tez Merkezine kayıt ettirmiştik. Emsal göstermesi açısından bunu da paylaşayım istedim bu yazıda.   
Ve Hülya Hoca benim tez jürimin ertesi günü emekli olmuştu.   
Sonra Özdemir Hoca hastalandı. Aylarca bir bebeğe bakar gibi özendi ona. Özdemir Hoca daha fazla yük olmak istemedi, gitti usulca. 
Sonra “Anadolu Kadınları” oyunumuza gelip izledi. 
Aradım bir akşam: Hülya Hocam, Özdemir Hoca’nın söylev eserini sahnelemek istiyorum, dedim.  
“Gurur duyardı Özdemir Hoca” dediydi. Pandemi çıktı yapamadık...  
Hani derler ya ‘Babam anam yapmadı bana onların yaptığını’…  
Ben onların aynında bir öğrenci kadar bir evlat da olduğumu hissediyordum sanırım. En azından kendim için söyleyebilirim ki benden hiçbir karşılık beklemediler; ne minnet, ne itaat, ne de şükran. Vefayı bile beklemediler;  ama biliyorum vefasızlıklara içerlediklerine tanık oldum.    
Özdemir Hoca’yı kaybettiğimizde bir babayı yitirmiş kadar acımıştım. Şimdi de Hülya Hocam gitti.   
Gitti mi Hülya Hoca, Özdemir Hoca? Gitmedi, gitmediler aslında… Belki de içimize daha da girdiler. Onlar için bu dünyadan gitmek zor olacak: Çünkü anılarıyla eserleriyle, yetiştirdikleriyle ve daha yetiştirecekleriyle yaşıyor olacaklar.  
Onlar; dersleri, duruşları, anıları, oluş ve olduruşları ile ben ve benim gibi yüzlerce öğrencilerine feyz ve şevk vermeye devam edecek.   
  
 Ve son olarak,  hani  mülakat sınavında bana; ‘duygusal bir misin’ diye sormuştun ya Hülya Hocam: “Yerine ve duruma göre” demiştim hani.  Sizler sayesinde bu soruya cevabım hala aynı kalabildi.   
Yarın senin için güzel bir tören yapılacak ve ben o törene gelmeyeceğim, gelemeyeceğim Sevgili Hocam. Buna henüz hazır hissetmiyorum kendimi.   
Ara sıra whatsapp’tan yazışırdık ve hep şöyle biterdi;  
'Özdemir Hocama da çok selamlar Sevgili Hocam.’