90'lı yıllarda, merhum kıymetli Hocamız Prof.Dr.  Özdemir Nutku Dokuz Eyl. Üni. Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı iken Malcolm Keith Kay'in yönettiği Hamlet'i izlemiş büyülenmiştim. Sahnede bir akrobat gibi zıplayan oyuncular bildik kalıpların dışında bir seyirlik sunuyorlardı. Hele ki seyircinin(hatta benim başımın bir kaç karış) üstünden vızıldayarak geçen gerçek ateş okları ile bir yönetmenin hem kendisini, hem tiyatroyu, hem oyuncularını hem de seyirciyi riske atma konusundaki cesaretinden, o günlerde kendime düşen payı almıştım.

Risk büyüktü. Gerçek okların kullanıldığı o gösterilerin birinde yanan ok bir yangın çıkarabilir, bir oyuncunun ya da seyircinin kafasına da saplanabilirdi.

Tıpkı ticarette, siyasette olduğu gibi riske girmeyen bir sanat da bildik olanın dışına çıkamayıp kendinden öncekilerin tekrarı olmaktan öteye gidemiyor.

Bugün hala, gelişiyormuş gibi gözükse de hatırı sayılır bir gelişme ve yenilik koyamayan sanatımızda/ticaretimizde/ siyasetimizdeki eksilik risk alamamaktır.

Risk alma cüretinin birkaç şekli var.

Bunlardan biri cahillik: Bazen az bildiğin için riske girersin. Bunlar sonuçla ilgilenmez ve başarıları tesadüftür.

İkincisi ise çok bilmek ve kendinden emin olmaktır. Bunlar da sonucu bilirler zaten.

Üçüncüsü genetik etki olsa gerek: Şöyle bir bakarsanız risk alabilenlerin köklerinde risk almışlar vardır. Örneğin, Türklerin bu kadar çok devlet yıkıp yeniden kurmalarında da bu risk faktörünün genetik bir miras aktarımdan olduğunu düşünürüm.

Yapıp bozmak, insan yavrusunun en çok sevdiği şeydir: Son otuz yılım çocukları gözlemekle geçti. Deniz kıyısındaki bir kumsala gidin, kumsalda kumdan kale yapan çocuklara bakın. Dakikalarca uğraşarak yaptıkları kumdan kaleyi en sonunda eliyle ya da ayağıyla ve üstelik keyifle bozacaktır. Sanki bütün o büyük ve ciddi çaba bozmak içindi.

Ama gerçekte öyle değildir: O, büyüdükçe yitirilen, çocuklara özgü yaratıcılığın ve oyunun bir parçasıdır. Çocuklar için oyun esastır, onca zahmetle kurduğu şeyi bir fiske ile dağıtmasının arında yeniden yaratma, yeniden oynama vardır.

Bu çocuksu güdünün genetik etkisini kendi hayatımda aradım: Babam kumarı severdi mesela. Kumar, riskin en çok alındığı durumlardan biri, diye bu örnekten gidiyorum.

Çocukken ve hatta yetişkinken bile babamın bu merakı yüzünden ailecek sıkıntı çekmiştik. Belki bu yüzden ben kumar oymayı sevmedim. Yani öyle sandım ama meğer öğle değilmiş:

Üniversite yıllarımdan beri hem hocam hem de kişisel ve aile danışmanım olan Klinik Psikolog/Psikoterapist ve sanat terapisti olan Gülnur Hocam’la bir seansımızla şunu demiştim:

‘iyi ki babam gibi kumar merakım yok Hocam’

‘Sen öyle san’ diyerek açıklamıştı terapistim; ‘Senin hayatın kumar Ümit, baban parasını riske atıyormuş. Sen ondan da büyük oynayıp geleceğini de riske atıyorsun. Beş parasız okul kuruyorsun, mahallede tiyatro yapıyorsun, asıl risk bunlar, şöyle bir baksana, başkaları senin için daha önemli, sen babandan daha kumarbaz bir adamsın!”

Tabi tokat gibi yorumlar. Ben daha bunların üstüne gidip köyde tiyatro kurdum. Yetmedi şimdi dağ köylerinde gezip tiyatro yapıyorum.

Aldığım terapilere rağmen İflah oldum mu, hayır... Belki de genetik birikim.

Neyse, konuya dönelim.

Hamlet’i izlediğim gün beni en çok meraklandıran oyuncuların nasıl da usta bir okçu gibi ok kullanabilmeleri olmuştu.

2020 yılında Yunus Emre ile ilgili bir tiyatro projesi sunduk gençlik ve spor bakanlığına. Konu spor olunca da bir okçuluk kursu yerleştirdik proje kapsamına. Proje onaylanınca bir okçuluk eğitmeni arayışına girdik. Foça Gençlik ve Spor Müdürlüğüne başvurduk. Onlar da yazları Foça’da yaşayan bir hocamızın ismini verdiler.

Cumhur Yavaş hocayla bu vesile ile tanıştık. Bir yandan pandemi koşulları elverdiğince tiyatro çalışıyor, başka bir koldan da radyoculuk, sivil toplumculuk, okçuluk gibi eğitimlerimiz de sürüyordu.

Okçuluk eğitimlerini bizzat ve ilgiyle izliyordum. Cumhur Hoca henüz yaşı uygun olmasa da Bey Efe’yi de ‘önce bir baktıktan sonra’ eğitimlere kabul etti. Cumhur Hoca’nın öğretmen kökenli olmasından dolayı eğitsel formasyonu ve alanla ilgili becerisini sentezlemesini memnuniyetle izliyordum.

Eğitimler ilerledikçe; ‘Acaba bu okçuluk eğitimi alan gençleri Yunus Emre Tiyatromuza nasıl dahil edebilirim, diye düşündüm ve hocamıza sordum:

“Cumhur Hocam yetiştirdiğiniz bu gençleri tiyatromuzda oynatmak istiyorum. Çünkü oyunumuzda savaşçı Anadolu Bacıları da var. Birkaç ok yay kullanmak, oyunu daha seyirlik kılacaktır. Acaba bunu yapabilir miyiz?’

 

Cumhur Hoca;

‘Mümkün dedi. Bundan 30 yıl önce de beni tiyatro hocası Prof. Dr. Özdemir Nutku arayıp bulmuş ve bir tiyatro oyunu için oyunculara okçuluk eğitimi vermemi istemişti. Ben o oyunculara bu eğitimi verdim. Ancak beni oyunun galasına bile davet etmediler. Önce içerledim buna ama oyunun sonraki gösteriminde beni davet ettiler ve o gösteri de Özdemir Hoca beni Aziz Nesin’e de takdim edip yanına oturtmuştu. İşte o oyunun ismi de Hamlet, yönetmeni de Malcolm Keith Kay idi.

Nereden nereye...

Yıllar sonra Özdemir Nutku ve meslektaşı eşi Hülya Hocamdan yüksek lisans dersleri aldım. Hülya Hoca benim tez hocamdı ve tezimi verdiğimin ertesi günü emekli olduğu için onun son öğrencilerinden biri oldum. Kısa süre arayla önce Özdemir Hocam sonra da Hülya Hocam pılllarını puhlarını biz öğrencilerine bırakarak aramızdan ayrıldılar. Sadece akademik değil insani kimlikleri ile de gerçek eğitimcilerdi.

Özdemir Hoca ölmüştü. Bir gün Hülya Hoca ile konuştuk:

 ‘Hocam Özdemir Hoca anılarını yazdı artık sizden de bekliyoruz’ dediğimde…

‘Özdemir Benim de hocamdı. Beni anım zaten Özdemir Hoca’dır’ dediydi.

Özdemir Hoca derin bir hocadır. ‘Adam yetiştirmekte ustadır. Doğrudan ve dolaylı öğretim metotlarını kullanırdı.

Eğer yurtdışında tanıdığı Malcolm Keith Kay’i fakültesine hoca olarak atadıysa…

Ve onun seyircinin üzerinde gerçek oklar fırlattıran rejisine izin verdiyse…

Ve riski alanın da riskini aldıysa...

Riski alanın riskini almak… Bu çok şeydir. Risk alanları cesaretlendiren,  eğitimcilerin, patronların, bürokratların yeni yaratıcılıklara yol açtığını hep gördüm.

Ruhları şad olsun. Sizler yetiştirdiğiniz binlerce öğrencinin anısı, yolu yöntemi, yordamısınız, elbette anlayana.

Hani ‘Allah iyilere rast getirsin’ derler ya, öyle.