Her ne kadar şans kelimesini rastgeleden ziyade, hazırlığın sonucu olarak görsem de şunu kabul etmek zorundayım: Korona’nın ilk aylarını Norveç’te geçirdiğim için şanslıyım. Çünkü Korona’nın sunduğu yeni hayat biçimi, Norveç’te yaşayan bir insanı Türkiye’de yaşayandan daha az yordu. Bu durumu İzmir’de geçirdiğim iki haftalık tatilimde bizzat deneyimledim.

2009 Ağustos’undan beri Norveç’in Başkenti Oslo’da yaşıyorum. Bu ülkeye mesleğimi icra etmek için geldim ve hesapta dört beş yıl burada çalışıp Türkiye’ye dönerim diye düşünüyordum, ama öyle olmadı. Trafiksiz sokaklar, yeşil alanları bol bir şehir, temiz hava ve iş hayatının stresten uzak olması beni Oslo’ya bağladı, fakat hayatının bir bölümünü İzmir’de geçirmiş olan herkesin bildiği gibi yuvam İzmir’den de asla kopmadım. Salgından önce dört ayda bir İzmir’i ziyaret edebiliyordum, ama bundan sonra aynı sıklıkla şehrime dönebilmem mümkün olmayacak.

Hatırlayacağınız gibi Avrupa mart ayının ilk günlerinde Korona’nın merkez üssüne dönüşmüştü. Örneğin, Norveç’te 12 Mart tarihi bir nevi milat halini aldı. 12 Mart, 11 Eylül gibi akıllara kazınan bir gün oldu. Çünkü o gün Norveç Başbakanı Erna Solberg ve diğer devlet yetkilileri topluma salgın tedbirlerini ilan ettiler. Tüm ülkelerde olduğu gibi Norveç’te de başbakanı televizyon ekranlarında gören halk süpermarketlere akın etti. Tuvalet kağıdı ve diğer temel ihtiyaç malzemeleri birkaç saat içerisinde paniğe kapılan vatandaşlar tarafından istiflendi. Türkiye’de de aynı durum birkaç gün sonra yaşandığında, birçok yorumcu insanımızı cahillikle ve art niyetle suçlamıştı. İyi de aynı durum yüksek eğitimli insan oranı daha fazla olan Norveç’te de yaşandı. Kısacası, bu sadece insani bir reaksiyondu.

Ayrıca, Norveç’te hiçbir şekilde topyekûn karantina uygulaması yaşanmadı. Buna rağmen, yoğun bakımdaki hasta sayısı hiçbir zaman kritik seviyelere de ulaşmadı. Bu durumun birden fazla sebebin bir araya gelmesi sonucunda gerçekleştiğine inanıyorum. Öncelikle Norveç’teki nüfus yoğunluğu Türkiye’dekiyle karşılaştırılamayacak kadar düşük. Örneğin, İzmir’de 300 m2’lik alanda 100 kişi yaşıyorsa, Oslo’da aynı yüz ölçümü içerisinde belki de 40 kişi yaşıyor. Bir diğer sebep ise özel şirketler ve resmî kurumlar çalışanlarını sadece bir gecede ev ofisine yollamayı başardı. Böylece toplu taşıma yoğunluğu bir anda ortadan kayboldu. Türkiye’nin bu konuda hala pek başarılı bir grafik sergilediğini söyleyemeyiz. Az önce de belirttiğim gibi, Norveçliler de tuvalet kağıdı paniğine kapıldılar ama bilinçli toplum olma refleksini sonraki günlerde gayet başarılı bir şekilde yürüttüler. Sosyal mesafe, toplu etkinliklerden kaçınma ve kişisel hijyen konusunda iyi iş çıkardılar. Diğer yandan, aradaki bu farkı coğrafyaya ve coğrafyanın yaratmış olduğu kültüre bağlamakta da yarar görüyorum. Norveçliler zaten mesafeli ve dip dibe olmaktan hoşnut olmayan bir toplum. İşte bahsettiğim şans faktörü bu noktada devreye girdi.

Norveç’in avantajlarının yanı sıra, dezavantajları da yok değil. İzmir’deki tanıdıklarıma Norveç’in bir nevi yokluk ülkesi olduğunu söylediğimde, insanların boş bakışlarıyla karşı karşıya kalıyorum. “Dünya’nın en zengin ülkelerinden birinde nasıl yokluk olur'” diye soruyorlar. Birincisi Norveç ham madde ve tarım yoksunu bir ülke. Diğer yandan, ülke nüfusunun yarısı 50 yaşın üzerinde. Bu yüzden, özellikle servis alanında ciddi eksiklikler çekiyorlar. Aynı durum, hastane personeli konusunda da yaşanıyor. Sağlık sistemleri ve tıbbi veri yönetimi konusunda oldukça başarılılar, ama Norveçli doktorlar Türk hekimlerine nazaran epey tecrübesiz. Hükümet, kapasite sorununu kısa vadede çözemeyeceğini bildiği için, ilk hamle olarak huzurevlerini izole etti. Böylece ileri yaştaki vatandaşların toplumun geri kalanıyla bağlantısı koparılmış oldu. Fakat, Korona testi edinme konusunda da güçlükler yaşadılar. Bu yüzden, hasta olduğunu düşünen insanlara evde kalmaları ve herkese test yapılmayacağı söylendi.

 

Oslo ve İzmir arasındaki bir diğer garip fark ise maske konusu. Cahil olduğumu düşünebilirsiniz ama ben Türkiye’de maske takma zorunluluğun hala devam ettiğini, seyahatimden birkaç gün önce kazara bir telefon görüşmesi esnasında öğrendim. Çünkü Oslo’da sokaktaki yirmi kişiden sadece biri maske takıyor. Üstelik maske takan insan sayısı, bir ay öncesine kadar çok daha düşüktü. Norveçliler temmuz ayında yurtdışına çıkıp İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi ülkeleri ziyaret edince maskenin önemli olduğunu fark ettiler ve bu yüzden son bir ayda maske takan insan sayısında artış yaşandı.

İzmir’de beni şaşırtan bir diğer mevzu ise maskenin bir nevi bıçkın delikanlılık, serdengeçti tavır haline gelmiş olması. Maske Türkiye’de adeta bir turnusol kağıdı işlevinde. Nerede ciddiyetsiz, kendini bilmez insan profili sergileyen biri varsa, o kişi sokakta elini kolunu sallayarak maskesiz dolaşıyor ve bu tavrı adeta saçma bir erkeklik davası gibi yaşıyor. Bu kişilerin fantezilerine saygı duyuyorum, ama diğer insanların hayatlarını hiçe saymasını kabul edemiyorum.

Sonuç olarak, bir İzmirli olarak Norveç’te aylardır süregelen olayların sebebini ve sonucunu iyi anladım. Fakat İzmir’de geçirdiğim iki hafta sonunda bir şeyi çözemedim: Türkiye’de maske takmamanın cezası var mı yok m?

Sercan Leylek