Karaburun  bir rüya kent… ‘Ege’nin Norveç köşesi’ diyorum bu doğal güzelliğe ben… Denizi, yeşili ve tarımı bir başka ayrıcalık bu turistik beldenin…

Mavinin her tonunu yansıtan denizi çevreleyen engebeli dağları o dünyaca ünlü fiyortları andırıyor. Görmek, yaşamak, hissetmek gerek…

Mordoğan gibi bir başka turistik kenti de içinde alan bir farklı dünya burası…

Bir başka özelliği de kadın başkanı…

Üstelik doğup büyüdüğü ilçeye hizmet etmeye talip olmuş bir hukukçu başkan…

İLK VE TEK KADIN BAŞKAN

Karaburun Belediyesi’nin başkanlık binası, eski bir yapı… Restore edilmiş… Kentin tam ortasında, kaymakamlık binasıyla yan yana…

Bahçeyi çevreleyen demir korkuluk, Atatürk posterleriyle çevrili….

Giriş katında, 1902’de kurulmuş olan belediyeyi yöneten başkanların fotoğrafları asılı… İçlerinden biri dikkatimi çekti. 1900’ün ilk yıllarında görev almış olan Yanako efendi…  Sanırım Rum kökenli bir başkan…

Bu da kentin geçmişte, Türk ve Yunanlıların bir arada yaşadığını ortaya koyan bir belge niteliğinde…

Ve İlkay Girgin Erdoğan… Onca erkek arasında ilk ve tek kadın başkan…

O KOLTUKLARIN DİLİ

Başkanlık makamı, eski Türk evlerini düşünün, onun salonu… Çok hoş, klasik tarzda döşenmiş.. Koltuklar, 1870’lerin Paris’inden getirilmiş gibi, gotik tarzda…

Ne güzel, yepyeni diye düşünüyorsunuz ama değil; az sonra döneceğim bu konuya…

Önce başkanı tanıyalım…

Kapıda karşılıyor bizi Başkan Erdoğan… Hiç makyaj yapmamış, bizi karşılamadan önce zorlu bir görevi halledip dönmüş gibi… Ayağındaki botlar, sabahın köründe bir sorunu çözmek için çabaladığını gösteriyor.

Bir kadın için zor gibi görünüyor ama o hiç oralı değil… Başkanlığın verdiği sorumluluğu iliklerinde hisseden bir yapısı var, çözüm odaklı çalışıyor.

Bir memurunu görevlendirmek yerine, bizzat kendisi işin başında…

Bizi güler yüzle karşılıyor ve hemen imzalanması gereken evraklara dönüyor. Tanışa kısa bir mola… Önce iş, beklemez…

O evrakları imzalarken ben duvarlarda asılı fotoğraflara bakıyorum… Birinde Atatürk halk arasında, diğerinde kadınlarla birlikte….

Bir de pencerede, yapma bez bebekler görüyorum. İlk izlenimim çocuk ruhlu başkan…

Ama o gerçek de başka, birazdan…

KORONAVİRÜSÜ BİTİRMİŞ!

Evrak işi bitip de kısa bir tanıştan sonra, başkanlık refleksi olsa gerek başlıyor anlatmaya…

Ufak tefek yapısına kıyasla, yaşadığı her olayda mangal gibi bir yürek, tuttuğunu koparan inatçı bir kimlik görüyorsunuz…

Üzüntüler de yaşamış, iftiralar da görmüş ancak hepsini atlatmış…  Kendini sadece işine vermiş, kent insanının güven duyduğu başkan kimliğine…

Önce bize bir müjde verdi, ‘koronavirüsü Karaburun’da bitirdik” dedi ve ekledi, “Sıfırız…”

Nasıl başardınız sorusunu “dayanışma ve dikkatle” diye yanıtladı ve ekledi:

“Karaburun’un yaşlı bir nüfusu var, korumak zorundayım. Bunun için sert önlemler almak gerekti, aldım. Örneğin dışarıdan gelen pazarcıları ilçeye sokmadım, durumu onlara izah ederek…”

Odanın her yanında nergis var ve o mis gibi kokusu… Ama bu koku başka, Karaburun toprağından olsa gerek, hiç tükenmiyor, ısrarcı…

“Bu yıl nergis üreticisi, pandemi nedeniyle zor günler yaşadı ama aştık bu sorunu da… Başta Büyükşehir Belediye başkanı Sayın Soyer, sonra ilçe belediye başkanı arkadaşlarımızın çabasıyla esnafa destek olduk, internet gibi bir derya var, oradan pazarlama yolu açtık onlara… Şu anda elimizde nergis kalmadı” diyor.

Anlattıkça kendinden emin havası daha da belirginleşiyor. Elleri, mimikleri, heyecanı, her yere yetiştiğinin göstergesi… Üstlendiği görevi her an yaşıyor.

“Peynirimiz var bizim, deri tulum… Nergisten sonra onu da sadece ülkemizde değil, dünyaya pazarlamak istiyoruz. Bunun için imalathane kurduk” diye ekliyor.

Daha birçok ekonomik çözümü var, başta tarım olmak üzere Başkan Erdoğan’ın… Sıkmadan tane tane anlatıyor.

Yöreye özgü mandalinın pazarlamanın yollarını bulmuş, anlatıyor.   

Sanki biz evine misafirliğe gitmişiz, sohbet anı öylesine içten ve coşkulu…

RAKİP DEĞİL DOST

Yıllarca meclis üyeliği yapmış olmanın huzuruyla herkesle dost; “Benim için o parti, şu anlayış yoktur. Hepsiyle ortak bir amaçta birleşiyoruz. O da Karaburun’un geleceğe taşınması… Ben onları dinliyorum, onlar da beni… Taviz vermeyeceğimi biliyorlar. Dikkatli ve sabırla birbirimizi anlamaya çalışıyoruz” diyor...

Yaptığı çok şey var, o yüzden yarım saatlik randevumuz, iki saate çıktı. Onun coşkusu biz de yansıdı.

Ancak iki şeye dikkatinizi çekmek istiyorum:

Biri özene bezene işlenmiş koltuklar, hani size yazının girişinde söz ettiğim:

“Sokakta bulduk, atılmıştı. Mobilyası çürümek üzereydi. Ustasını bulduk, günlerce süren arayıştan sonra… Sonra özenle tamir edildi, kaplattık. Gördüğünüz gibi, yeniden farksız… Ben atmayı sevmem, atıkları değerlendiririm.”

İstese milyonlarca para verip orayı döşetebilirdi... Yapmadı, parayı başka alanda değerlendirmiş, halkın yararına... 

Ve birer bezden oyuncak haline gelmiş çizgi film kahramanları…

Bunu da başkan şöyle anlatıyor:

“Halk eğitim merkezinde görevli öğretmenimizle birlikte yapıyoruz bunları… Onunla maske de ürettik, yapma bebek de… Onlara ‘Uyku Dostu’ adını verdik. Her yeni doğan yavrumuzun ailesini ziyarete gittiğimizde, içinde bir annenin ihtiyacı olan her şeyin olduğu çocuk bohçasıyla birlikte bu bebeklerden de götürüyoruz. İstiyoruz ki, her yavrumuz hayata sevgiyle tutunsun.”

Çok şey konuştuk başkanla… Ama gitme zamanı gelmişti.

“Bir kadın olarak zor değil mi göreviniz” diye soruyorum, “Evet zor gerçekten,  özel hayatım kalmadı, eşim ve kızım destek olmasa daha da zorlaşacak” diyor ve ekliyor:

“Gücümü Atatürk’ten alıyorum. Her sabah o resme bakıp işe sarılıyorum. Ben Atatürk’ün kızıyım. İnsanlarıma karşı sorumluyum” diyor, Atatürk’ün kadınlar arasındaki fotoğrafını göstererek…

Uzun lafın kısası, sevdim başkanı, ona inandım.

Karaburun emin ellerde…