Mustafa Balbay

Bayramlar yaşamımızın bellek düğmesidir. En çok bayramlarda geçmişe özlem duyar, sesleniriz:

-Nerede o eski bayramlar!

Aslında, “nerede” diye çağırdığımız bayramlar yaşamımızın en güzel dilimleridir. Bayram, yaşam sevincimizin ete kemiğe bürünmüş halidir.

Hayat insana yeni sorumluluklar, zenginlikler kattıkça bayramların da tadı, anlamı değişir.

Çocukluğumuzda, gençliğimizde bayram “yaşamak” içindir. Çocuklarımız olduğunda ise bayram, yeni bir anlam kazanır; “yaşatmak” için! Kendimizden sonraki kuşakların bayramı yaşaması, sevinçlerimizin aynasıdır. Onlar mutlu oldukça biz de mutlu oluruz. İşte o an çocukluğumuz aklımıza gelir, sorarız:

-Nerede o eski bayramlar?

Oysa gözümüzün önündedir, çocuklarımızın içindedir, o eski bayramlar. İşte o anda kader önümüze iki yol açar:

Yaşamak için mi yaşatmak için mi?

Yaşatmak için duygusu öne çıkar; yeter ki çocuklarımız iyi yaşasın, güzel yaşasın, bayram gibi yaşasın… O bize yeter.

*** 

Oysa her ikisini birden içimize sığdırmak mümkündür. Hem yaşamak hem yaşatmak için…

Uçakta, kalkış öncesi bilgi verirken görevliler uyarır:

“İhtiyaç halinde çocuklu yolcularımızın önce kendi gaz maskesini sonra çocuklarının gaz maskesini takması rica olunur!”

Elbette çocuğumuz bizden daha kıymetlidir ama kendimiz sağlıklı kalamazsak çocuklarımızın sağlığını da koruyamayız.

Bayramlar da öyledir, kendi içimizdeki bayram sevincini öldürürsek çocuğumuzun bayram sevincine ortak olamayız.

Benim de çocukluğumun sevinç kalesi bayramlardır. Babamın o yoğun çalışmaları arasına ne yapıp edip bize bayramlık almayı da sığdırması ne kadar değerli bir şeydi anlatamam. Bayramlık çoğunlukla bir gömlek olurdu. O gömleği giydikçe giymek isterdim. Mümkün olsa hiç çıkarmasam. Annem yıllar sonra da unutmadı bu alışkanlığımı. Eğer bir gömleği sık giyersem takılır:

“Oğlum bu senin bayramlığın mı?”

Şimdilerde bayramları hem yaşamak hem yaşatmak için istiyorum. Bunun yanına bir neden daha koydum:

Anımsamak için…

Bugünü yaşamak, geçmişi anımsamaya engel değil ki!

Bütün mesele içimizdeki bayram sevincini hep diri tutmak. Bayramlar, dışımızdaki sevincin içimize akması değil, içimdeki sevincin çevremizle buluşup çoğalması.

*** 

Elbet yaşamın başka renkleri de var…

Yaşamımın 1729 gününü geçirdiğim Silivri mahpushanesinde 10 dini bayram yaşadım.

Hapishanede “güzel günler hüznü” diye bir şey vardır. Özgürlükte sizi sonsuz mutluluk baharına götüren bayramlar, yaş günleri, yıldönümleri hapishanede hüzünlü, buruk bir sevince dönüşür.

Hapiste bayramın en güzel günü son gündür. “Ohh” dersiniz, “bu güzel günlerin son günü”! Artık geçecek.

Hapiste ilk gün sabah iç haberleşme hoparlöründen şu ses duyulur:

“Bir dahaki bayramı sevdiklerinizle geçirmeniz dileğiyle, bütün tutuklu ve hükümlülerin bayramını kutlarız!”

O ilk gün çoook çok uzundur. Geçmek bilmez. Anılar içinizde bermuda şeytan üçgenine dönüşür, sizi nerede kaybedeceği belli olmaz.

Anılarla yas tutmak hapis içinde hapistir. Üzerinize kilitli demir parmaklıları açmak elinizde değildir ama yüreğinize kilitli olanların anahtarı elinizdedir.

Havalandırmaya çıktığında gökyüzü senindir.

Bir de “baba bayramınız mübarek olsun” türküsü tutturdun mu iyice kalabalıklaşırsın. Sesin yedi metre yüksekliğindeki duvara çarpıp sana dönüyormuş gibi değil de, onlarca kişi seninle söylüyormuş gibi yankılanır.

Bunu sakın küçümseme… Hapiste yalnızlık fena… Kalabalık hissettin mi, paylaş paylaşabildiğin kadar…

Bayramınız mübarek olsun.

İçinizdeki bayram hiç bitmesin!