BirGün’den Gamze Türkkaynağı’nın Maçoğlu ile yaptığı söyleşinin bir bölümü şöyle:

Çalışanların sosyal haklarında iyileşmenin sağlandığı ve yüzde 20’ye yakın zammın öngörüldüğü bir toplu sözleşme imzaladınız. Hem sözleşmeyi hem de bu süreçte yaşananları anlatır mısınız?

İşçilerin ve emekçilerin çalışma sürelerini kısaltabilmek, sosyal yaşam alanını daha da değerlendirebilmek, kişilerin hak ve özgürlüklerini özgün durumuna bakıp kararlar alabilmek meselesi bu. Sosyalistler böyle bakar. Evet, Türkçesi maaşın yükseltilmesi olarak görülebilir. Ama esas bakış şöyle olmalı: İnsanlar bir üretim alanında kendisini yetkin kılmalı, sorumluluk almalı ama hayatını tamamen üretime vererek değil. İnsanların ailesine, yoldaşlarına ve yaşamının diğer alanlarına zaman ayırması lazım. Fakat işçi sınıfı, kapitalist ve emperyalist sistemde bir köle gibi ve sadece efendilere kazandıran bir anlayışla görülüyor. Bizim için bu sözleşme buna karşı birlikte üreten arkadaşlarımızla neler yapabileceğimizin tartışması aslında. Bu sözleşme diyor ki: “Yönetimde herkes eşit olabilmeli.” Emekçilerin çalışma süresinin dışında sorumlulukları var, ailesi var. Kira ödüyorlar, elektrik ve internet faturası ödüyorlar. Çocuklarının eğitimi var, sağlıkları var, gıdası var. Bunları alt alta koyduğumuzda hepsi sorun oluyor.

Bütçemizi ayarlıyoruz, planlı, gün içerisinde neler yapabileceğimize, ne karar verebileceğimize bakıyoruz. Daha sonra oturuyoruz bu arkadaşlarla, bir karara bağlıyoruz. Yüzde 12’nin üstüne çıktık ama sayılmaz. Bizim de gücümüz bu kadar, bütçemiz bu kadar. Gönül ister ki herkes daha rahat yaşayacağı bir emek karşılığı alsın. Yüzde 20 bizi zorluyor ama daha iyi bir üretim, daha iyi bir çalışma yürüttüğümüzde de bize katkı sağlayan bir durum. Bugün en düşük maaş 6 bin 500 TL. Ek gelirden dolayı 8 bin 200-8 bin 300 TL’ye kadar çıkan maaşlar olduğunu söyleyebilirim. Keşke herkes 8 bin TL’nin üzerine çıksa. Burada daha da rahat yaşam sürdürebiliriz. Yüzde 20, bugünün şartlarında, ekonominin bu kadar kötü olduğu, belediyelerin bu kadar zorlandığı bir dönemde kuruşu kuruşuna hesaplayarak, yaptığımız bir zam.

Tunceli Belediyesi’nde ihaleleri kaldırdınız, “Parkımızı, bahçemizi ve yolumuzu kendimiz yapacağız” dediniz. Bu kararı nasıl aldınız? Nedeni neydi? Biraz anlatır mısınız?

7 yıldır devrimci, halkçı yerel yönetim programımız var. Bu sosyalist bir program. Aslında tüm bütçe halkın bütçesi… Yani kamudaki bütçeyi halkın bütçesi olarak görüyorum. Kamu kuruluşları planlama yaparken kendisini merkeze koyarak çalışma yürütemez.

Bu para ve bu bütçe halkın… Sorumluluk duymadan yapılan harcamayı halkın bütçesine ihanet olarak gördüm. Türkiye‘de birçok belediyeye bakıyoruz; çalışan işçilerin nüfus planlamasını yaptığımızda, çok daha az. Ama belediye çalışıyor görünüyor. Neden, çünkü bütün her şeyi ihale yapıyor; şirketlere satıyor. Diyor ki; paran varsa gel, size temizliğimi veriyim, çöpü siz toplayın. Paran varsa park, bahçeyi sen yap, yolumu sen yap, asfaltı sen bana sat, suyu sen getir. Böyle yapmamak lazım. İstihdamı sağlamak adına orada çalıştığınız bölgede insanları belediyede istihdam ederek, aslında niteliğine göre seyrek gruplar kurarak bunlar bire bir olarak da yapabilir. İhalelerde bütçe ayarlaması yapılırken, maliyet çıkarırken her zaman mevcut üretim içerisindeki fiyatlarla bir bütçelemeye gidiliyor. Sonra yüzde 20-25’e kadar müteahhit hakkı çıkartılıyor. 3 milyon-5 milyon gibi bir bütçeyi bir gün içerisindeki hizmete ayırıyorsanız; yüzde 25’ini boş verin, yüzde 10’unu bile karşıdaki firmaya verdiğinizde, 300 bin ediyor. Zaten yüzde 15 olduğunda, 450 bin ediyor. Siz 450 bin TL’yi hangi insana yani burada ortalama insan profilini çizin 83 milyon yaşayan insanlarımızı düşünün.

Büyük projeler mecburen bankalar, İller Bankası, Çevre Bakanlığı veya Avrupa Birliği üzerinden oluyor. Onlar zaten mecbur ihale edilebiliyor. Biz belediyenin günlük yapabildiği çalışmalar üzerine kafa yoruyoruz. İlçe belediyelerimiz niye yapmıyor?

Biz bunları yaptığımızda birçok kazanımla karşılaştık. Birincisi sağlam iş yapıyorsunuz. Diyorsunuz ki ‘Belediye bizim ve ömür boyu kullanılsın’. Bunu için sağlam bir iş yapıyorsun. İkincisi ne yaptığını biliyorsun. Yani meseleyi ihale ettiğinizde, 1-2 kere gidip, denetlersiniz. Ama siz yaptığınızda zaten içinde oluyorsunuz, ne yaptığınızı biliyorsunuz. Üçüncüsü de ekonomik olarak pazarlık yapma hakkınız oluyor. Bardağı, süpürgeyi, ağacı pazarlıkla alıyorsunuz. Bu halkın çıkarına bir çalışma yürütüyorsunuz. Karşıdaki müteahhide vereceğiniz kâr payını vermiyorsunuz. Onu da başka yerde kullanıyorsunuz. Sadece kâr mı var? Hayır, öyle değil. En değerli olan şey şu. Sosyal devlet ilkesi dahilinde üretebilen bir kamusal alan yaratıyor. Yani hantal devlet alanı değil, hantal kamu değil, üreten, ürettikçe kazanan bir anlayış örgütlemiş oluyorsunuz. Bu çok değerli bir şey çünkü bu anlayış sosyalist bir anlayış, sosyalizme hizmet eden bir anlayış… Bizim not düştüğümüz mesaj aslında bu.

(KAYNAK BirGün)

Editör: TE Bilişim