Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1923 senesinde kurulduğunda; nüfus çoğu yaşlı, kadın ve çocuk olmak üzere 13 milyon, okuma yazma oranı %5 ila 10 arasında, Nüfusun yarısı hastalıklı, ülkede 40 kadar doktor, 20 kadar fabrika, ulaşım kısıtlı, şehirlerin tamamında altyapı sağlıksızdı.

Böyle bir panoramaya sahip olan Türkiye 1923-1950 döneminde yıllık ortalama büyüme oranı % 8,1 olmak üzere ekonomi 2,2 kat büyütüldü. Bu dönemde 1929 buhranı, İkinci Dünya Savaşı yaşandığını da unutmamak gerekir.

Bu başarı nasıl sağlandı? Kısaca anlatayım.

Öncelikle 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararlara dayanılarak Türkiye’de “Yerel Kaynaklara Dayalı” bir ekonomi modeli benimsendi ve ülkenin makroekonomik politikası olarak uygulamaya konuldu. Bu model sektör bazında hazırlanan bütün iktisadi politikalara temel zemin yapıldı.

Bu kaynakların en önemlisi olarak insan kaynağı görüldü ve gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışında eğitimi için gereken bütün tedbirler alındı.

Sonrasında ülkenin sahip olduğu potansiyel göz önüne alınarak; tarım ve tarıma dayalı sanayi; madencilik ve maden işleme sektörleri başta olmak üzere ülkenin kaynakları farklı alanlarda optimum seviyede kullanıldı.

Bu sektörlerin finansman ihtiyaçlarının karşılanması için her sektöre özel bankaların kurulması sağlandı. Yabancı kaynak yani dış borç kullanılmadı.

Osmanlı tarafından verilmiş olan ve Türkiye’de belli sektörlerde yerel üretimi imkansız hale getiren kapitülasyonlar Lozan Anlaşmasıyla kaldırıldı. Böylece Türkiye’de başta tekstil olmak üzere birçok sektörde yerel üretimin önü açıldı; yabancıların elindeki demiryolu ve denizyolu hatları devletleştirildi.

Türkiye’nin para politikasının ülke yararına olmasını temin etmek için 1930 yılında Merkez Bankası kuruldu ve yabancı sermayeli Osmanlı Bankası’nın merkez bankacılığı yetkileri elinden alındı.

Ülkede üretim ve ticareti desteklemek için ağırlıklı olarak demiryolu ve denizyolu taşımacılığına yatırım yapılarak demiryolları ve limanlar inşa edildi.

Kısacası akılcı, gerçekçi ve geleceği gören bir planlama sayesinde bu başarı yakalandı. Bu plan iki zemin üzerine oturtulmuştu. İlki Kurtuluş Savaşı’yla kazanılan siyasi bağımsızlığın ekonomik bağımsızlık ile desteklenmesi hedefi iken, diğeri de yerel hammadde ve kaynakları önceleyen makro-ekonomik politikalardı.

Bugün yaşadığımız ekonomik krizden çıkmanın reçetesi tam da budur.

Prof. Dr. Mehmet Hasan EKEN