Drama derslerinde bazen çocuklara gökte uçan bir kuş, çimenlerin arasında papatya, gökyüzünde bulut, ormanda bir ağaç olmalarını ister, oldukları şeyin hemen yanından bir insan geçtiğinde nasıl şeyler hissettiklerini, hangi duyguya kapıldıklarını sorarım.

O çocuk temizliği ve dürüstlüğü ile olduklarını düşündükleri şeylerin, ağaç, çimen, papatya, bulut, kuş her ne ise artık yakınından bir insan geçince ürktükleri, korkuya  kapıldıklar, zaman zamanda merak duyguları içine girdilerine dair cevaplar alırım.

Bir çocuk ağaç olursa, ağaç çocuktan neden korkar?

Bir çocuk acaba, bir yetişkinden daha fazla mı içindeki yok etme duygusunun var olduğunun farkındadır.

Ünlü düşünür Seneca ‘Bütün sanat doğanın bir taklididir’ der .

İnsan taklit ederek benzemeye çalıştığı, bilgisine ulaşmak istediği bir şeyi (çocuklardan aldığım cevaplardan yola çıkarak )ne korkutur? Neden ağacın özüne yok edilme kaygısı yükler ?

Son zamanlarda dostlarla bir araya geldiğimizde derinlemesine sanat eserlerinin artık çok fazla üretilmediğinden, üretilenlerin ise insanların ilgi odağı olmadığından söz ediyoruz.

Galiba biz olmadan ölüyor, üretmeden tüketiyoruz. Düşüncelerimizde bile, sanat üretmek içinde doğanın bilgisini kendi canımıza katmaktan uzaklaşıyor, o zarif yoldaşlarımızı katlediyor, boğazlıyoruz.

Bunun adına gurbet derler. İnsanın doğaya gurbeti, doğanın canı olan insanı alarak başka bir şeye dönüştürüyor.

Kaba ruhlu efendiler yaratıyorlar.

O yüzdendir ki; doğayı yoldaş etmiş ondan beslenmiş sanatçı ve düşünürler bağımsızlık benim karakterimdirden yola çıkarak efendisiz bir dünya isterler.

     

Kurtlarla koşan kadınlar…

Son zamanlarda elimden düşürmediğim bir kitap Clarissa P . Estes ‘in kaleme aldığı vahşi kadın arketipine dair mit ve öykülerden oluşan en vahşi ile yüzleşerek en özgün hali ile hayatın kendisi haline dönüşen kadının kendini tamamlama süreci.

Oyunlaştırmaya başladığım iki hikaye üzerine çalışıyorum şimdi…

Sözcükler beliriyor gözlerimin önünde… Kapitalist toplumlar, bilge kadının cehennemidir…

Hoşça kalın…