Avrupa ülkeleri medya yöneticileri toplantısı için Brüksel'deydik. Avrupa Parlamentosu Başkanı’nı ziyaret etmiş, sonra da  kraliyet kütüphanesi toplantı salonuna gelmiştik.

“Medya/siyaset–devlet/medya ilişkileri” ve “Medyanın sorunları” başlıklı konuları görüşecektik. Anlı şanlı medya patronları ve acar muhabirlerleydik.

                                                       *

Konuşma sırası bana geldiğinde  oturum başkanı Mr. Humperdink “Konuyu uzatmayın lütfen. Belediyelerinizdeki yolsuzluklara, liyakatsiz atama ve görevlendirmelere girmeyin hiç. Onları bilmeyen yok burada,” deyince keyfim kaçmıştı. Yemekteyken aynı konuyu açan Fransız gazeteci zaten yeterince canımı sıkmıştı. İstanbul'da, belediyede olup biten her şeyi benden daha iyi biliyordu. “Neden fırsat verdiniz o milyarlarca liralık yolsuzluklara'” demişti. Hesabı benden sorar gibiydi sanki. Hele “Uyuyor musunuz siz'” sözü çok batmıştı.

İsviçreli televizyoncu Geraldine Gaulier'in “Müteahhitlerinizden biri 'Milletin a....a koyacağız,’dediğinde, bu küfür sizi utandırmadı mı'” tümcesi ise tepemi attırmıştı.

Portekizli  gazeteci Janaina da “İslam'da yalan söylemek günah/ayıp değil mi'” diye sorduğunda  ters ters bakmıştım suratına. “Nereden icap etti şimdi bu!” diye de kükremiştim. Meğerse Cumhurbaşkanı’nın birbirini tutmayan o sözlerini bulmuş bir yerlerden...

Cumhurbaşkanıma söz ettirir miyim hiç! “Kimileri abartıyor bunu,” demiştim fısıldar gibi.

Bulgar  radyo ve televizyoncusu Stoyan Kiril'in “Komşu, neden dağlarınızı deldiriyorsunuz Kanadalı şirketler? Yazık değil mi o güzelim ormanlarınıza'” sorusu da az canımı yakmamıştı doğrusu. “Ama biz gereğini yapıyoruz,  uyumuyoruz herhalde. Köylüleri ayağa kaldıranlara sessiz mi kalacağız yani…Merak etmeyin siz,” yanıtını vermiştim ona da.

En çok da  Finlandiyalı gazeteci Janetti Essi  canımı sıkmıştı. “Cumhurbaşkanınız, ailece deniz ve hava taşımacılığı mı yapıyor sizi? Neden o kadar uçakları ve gemileri var'” Nasıl da bozulmuştum: “Hanımfendi onlar, devletimizin itibarı için... Hem o uçaklar Cumhurbaşkanımızın değil ki, milletimizin! O gemi dedikleriniz de Cumhurbaşkanımızın değil, oğlunun.. Gemi değil üstelik, birer gemicik!”

                                                          *

Bir ara lavaboya gittim. Doğal gereksinmelerim için değil... Yüzüme bakmak için...

Gözlerim dikkatimi çekti önce. Sanki kızarmış bozarmış gibiydiler... Biraz da utangaç ve suç işlemişler gibi...

Dilimi çıkardım. Altına üstüne baktım. Her zaman beyaz/kahverengi ve hafif pembe gibi olan dilim  iyice sararmışa benziyordu.

Saçlarıma baktım. Saç tellerim yavru kirpinin dikenleri gibiydi.

Ne olmuştu bana böyle!

                                                            *

Gazete manşetlerinin günün hangi saatinde belirlendiği,  manşeti belirleme kriterleri üzerinde konuşurken Polonyalı  gazeteci Malgorzata Celestyn'nin sözleri afallatı beni: “Toplumun dikkatini çekecek sansasyonel bir manşet bulamıyoruz. Manşeti  öğle yemeğinde erkenden belirlemiş oluyoruz.”

Sıra bana geldiğinde güreşe çıkmış pehlivan edasıyla, “Akşam üzeri belirliyoruz ama gazeteden ayrılana kadar beş altı kez değiştiriyoruz,” dedim.

“Niye ki'” diye soranların sayısı öyle çoktu ki...

Galiba bir pot kırdım diye düşünür oldum. Gözümün önüne Cumhurbaşkanı’nın  ve İçişleri Bakanı’nın konuşmaları,  dayak yiyen / saldırıya uğrayan meslektaşlarımız, intihar eden baba, sevgilisi tarafından öldürülen  kadın, tepeden inme rektörün sözleri, çöken bina,  sele kapılıp giden yaşlı kadın görüntüsü,  euronun yükselişi, Merkez Bankası’nın  buhar olan 130 milyar doları geliverdi.

Düzeltme yaptım. “Heyecandan öyle konuştum,” deyiverdim.

Gündem, medyanın sorunları olmasına karşın konu birden aşıya ve  işsizliğe geliverdi.

Danimarkalı, Norveçli, İsveçli, İzlandalı  meslektaşlarımız tek tek elimi sıkarak kutladılar. Ne olduğunu anlamamıştım.

“Ekonomi sarsıldı bizde. İşyerleri sıkıntı yaşıyor. Hatta kapanan işyerleri oldu,” dediler, ağız birliği yapmışçasına...

“E, ne var bunda, bizde de kapanan işyerleri var, hem de tonla!” diyecektim ki...

Norveçli  NiclasLasse, “Türkiye'de pandemi nedeniyle kapanan dükkân yokmuş. Bravo Türkiye'ye ve  başkanınıza! Kendisine selamlarımı ve saygılarımı iletin lütfen. Biz bu konuda  büyük sorun yaşıyoruz,” diyerek sözü ağzıma tıkadı.

                                                                       *

Kahve molası verildiğinde  İtalyan, İspanyol, Yunan ve Makedon gazetecilerle  Akdeniz ve Mavi Vatan konusunu konuşuyorduk kendi aramızda. İtalyan Salvatore Alessia kulağıma fısıldadı: “Kuzey'in insanları ne dersen inanır. Cumhurbaşkanınızın sözleri  belli ki çok etkilemiş onları. Ama gerçeği biz biliyoruz.”

“Ne gerçeğiymiş o'” dedim.

Salvatore'nin yanıtı “Sen yoksa Norveçli Türk müsün'” oldu.

Gene lavaboya gidesim ve gözlerime bakasım geldi.

Gazetemde kapanan işyerlerinin haberini ben yapmıştım.

Kapanan özel okulların sayısını da...

                                                                           *

Patrona dedim ki, “Bir daha  beni bu tür toplantılara getirmeyin efendim. Yabancılarla bir  arada olunca kimyam bozuluyor.”

Fransız, Hollandalı, İngiliz gazeteciler  de yanıbaşımızdaydı. İkide bir  ‘mitoman’ deyip gülüyorlardı kendi aralarında. Yan yan da bana bakarak…